imgelem DENEME ÖLÜMÜ BEKLERKEN…

ÖLÜMÜ BEKLERKEN…

Türk Tabipleri Birliği’nin (TTB) birinci basamak hekimleri için yıllardır düzenli olarak çıkardığı bir dergi var. Adı, Sürekli Tıp Eğitimi Dergisi. Onlar kısaca STED diyorlar.

Her ay hiç aksamadan, en uzak yurt köşelerinde görev yapan hekimlere ulaşan bir dergidir bu.

STED’in editörlüğünü başlangıçta Dr. Füsun Sayek üstlenmişti. Nöbeti daha sonra Prof. Dr. Ufuk Beyazova ve başka hekim dostlar devraldı.

STED, adından da anlaşılacağı gibi, bir tıp dergisi. Orada tümüyle bilimsel yazılara yer veriliyor.

Ama derginin içeriğini tanımlarken “bilimsel” sözcüğünü tek başına yeterli bulmamış yayıncılar; “Bilimsel ve dostça” demeyi yeğlemişler.

Belli ki bilimin kuru ve sıkıcı havasına biraz “insan sıcaklığı” katmak istemişler…

* * *

STED’in özellikle “editorial”larını hiç kaçırmam!
Gerçekten de “bilimsel ve dostça” bir yaklaşımla kaleme alınır o yazılar ve genellikle de bir şiirle noktalanır.
Derginin Ağustos 1997 sayısının başyazısı da yine bir şiirle son buluyor. Dizeler bu kez Nâzım’dan:

Seviyorum seni, ekmeği tuza banıp yer gibi
Geceleyin ateşler içinde uyanarak
Ağzıma dayayıp musluğu su içer gibi
Ağır pasta paketini, neyin nesi belirsiz,
Telaşlı, sevinçli, kuşkulu açar gibi
Seviyorum seni, denizi uçakla ilk defa geçer gibi
İstanbul’da yumuşacık kararırken ortalık
İçimde kımıldayan bir şeyler gibi.
Seviyorum seni, “Yaşıyoruz çok şükür” der gibi…

* * *

Evet, “Yaşamak güzel şey!”

“Yaşıyoruz, çok şükür” diyebilmek daha da güzel…

“Otuz Beş Yaş” ozanı Cahit Sıtkı Tarancı’ya, “Her mihnet kabulüm, yeter ki gün eksilmesin penceremden!” dedirten de bu güzellik değil mi?

Tüm acılara ve sıkıntılara karşın yaşamın, yaşama sevincinin güzelliği, “Çok şükür yaşıyorum!” diyebilmenin mutluluğu…

* * *

Ama yaşamda bu mutluluğun elden kaçtığı anlar da vardır.

Günün birinde ölümcül bir sayrılığın pençesine düşmüş ya da bitkisel yaşama girmiş olabilirsiniz…

İşte yaşamla bağlarınızın kopma noktasına geldiği çok kritik bir anın fotoğrafıdır bu… Artık “dönüşü olmayan yol”un eşiğindesiniz.

Tıp diliyle söylemek gerekirse, “terminal dönem”desinizdir…

* * *

STED’in bu sayısında yer alan Dr. Çağrı Kalaça’nın, “Ölmekte Olan Hastanın Bakımı ve Tedavisi: Farklı Disiplinlerden Yaklaşımlar” başlıklı yazısı, tam da bu evrensel izleğe denk düşüyor.

Dr. Kalaça, 5. Marmara Tıp Günleri çerçevesinde, “Ölmekte olan hastanın bakım ve tedavisi” konusunda tıp içi ve dışı değişik disiplinlerden uzmanların katıldığı bir toplantının notlarından yola çıkarak, sorunun tıbbi ve etik  yönlerine değiniyor. Uzmanlar, ölmekte olan sayrıya, yetkin bir bilimselliğin yanı sıra, etik ve kültürel değerlere saygılı, insancıl bir yaklaşım gösterilmesi gerektiğinin altını çiziyorlar. Akademisyen ve sanat adamı Cevat Çapan, konuya yaklaşımını Shakespeare’den ölüm üzerine bir alıntı ile açıklıyor: “Hazırlıklı olmakta bütün mesele.”

Ölüme hazırlıklı olunabilir mi?

Çapan, bu konuda sanatın gücüne inanıyor. İnsanın, son ana dek canlı ve dayanıklı kalabilmesinde sanatın önemli katkısı olacağını söylüyor.

Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıbbi Deontoloji ve Tıp Tarihi Anabilim Dalı Öğretim Görevlisi Dr. Yasemin Oğuz ise, “ölüme yakın dönem” olarak da adlandırılan “terminal dönem”e ilginç bir açıklama getiriyor:

“Terminal sözcüğü, bir yolculuğun bitiş ya da başlangıç noktasını çağrıştırıyor. Dünya edebiyatında yaşam ve ölümü bir yolculuk olarak ele alan çok sayıda örnek bulunuyor. Yahya Kemal’in ‘Sessiz Gemi’sinde olduğu gibi: ‘Artık demir almak günü gelmişse zamandan / Meçhule giden bir gemi kalkar bu limandan…”

* * *

Bir tıp dergisinden söz açarak başlamıştık yazıya.
Yaşama sevgisi, sayrılık derken söz gelip ölüme dayandı.
“Ölümden öteye köy yok!”
Öyleyse, burada durmak gerekiyor…

Cevap bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir