Zaman, tıpkı bir mercekten geçen huzmeler gibi süzülürken yola çıkıyoruz. Merceğin odak noktası Çeşnigir Köprüsü ve Kanyonu. Bozkırın ortasında bir vaha, mavi bir nefes. Geçmiş ise bozkırda ağustos esintisiyle yuvarlanan çalı çırpı gibi… Yol Arkadaşım Dağcılık Kulübü ile Kırıkkale ilinin Karakeçili ilçesine doğru gidiyoruz.
BOZKIRDA BİR NEFES
İnsanlar köprüden geçmediği zaman
Acaba köprü düşünür mü? Sait Faik Abasıyanık
Çeşnigir Kanyonu, Kırıkkale’nin Keskin ilçesine bağlı olsa da Kırşehir’in Kaman ilçesine giden yol üzerinde bulunuyor. Kanyona vardığımızda göz alıcı bir manzara bizi karşılıyor. Bozkırın ortasındaki suyu ve derin yeşili görünce nefesim kesiliyor. Seyir terasında soluklanıp ahşap merdivenlere yöneliyoruz. Kızılırmak deltası olan bu bölgede karşı kıyımızda Hitit döneminin önemli yerleşim merkezlerinden olan Büklü kale ve diğer tarafta da Anadolu Selçuklu Devleti döneminde yapılan Çeşnigir Köprüsü görsel alanımızda. Büklü kale kazı alanını seyrederek basamaklardan iniyoruz. Tarihin ve doğanın bir arada olduğu alanda yürüyerek günümüzden geçmişe geçiş yapıyoruz.
Büklü Kale, 4 bin yıllık tarihinde önce Hititler, Helenistik dönem ve Selçukluların ardından Osmanlı döneminde tarihe tanıklık etmiş. Her katmanında ayrı bir tarih ve medeniyeti yaşatıyor. Kent aslında Kızılırmak’ın en dar kesiminde konumlanmış, bu yüzden de stratejik olarak çok önemli bir mevkide yer aldığı hatta eyalet başkenti olduğu düşünülüyor. Erken Tunç Çağı’ndan Osmanlı Dönemine kadar kesintisiz yerleşim gören Büklü Kale, Asur Ticaret Kolonileri döneminde de ticarette aktif rol oynayan kentlerden biriymiş. Büklü Kale mevkiinde milattan önce 2000’li yıllara ait saray tespit etmişler ve dünyanın en eski cam şişesini bulmuşlar. “Aşağı şehir” ve “yukarı şehir” olmak üzere iki arkeolojik alandan oluşan Büklü Kale mevkiinde başlatılan kazı çalışmaları hâlâ devam ediyor.
Saray binasının bodrumundaki odanın Yeraltı Dünyası’na giden yol olarak yapılmış olduğu tahmin edilen bir kanal bulunmuş. Bu kanalın Hitit metinlerinde de sözü geçen ve saray ya da tapınak inşasında yapılan İnşaat Ritüeli ile ilişkili olduğu fark edilmiş. Bu ritüel metninde Anadolu’nun yerli halkının Hatti gelenekleri burada ilk defa keşfedilmiş. Kazılan temele bakır yerleştirilmiş, bronz çiviler ile çivilenmiş ve çekiç ile dövülürken şu sözler söylenmiş; “Bu bakırın sağlam olduğu gibi, ayrıca onun katı olduğu (gibi) bu tapınak da öyle sağlam olsun! Onun karanlık dünyanın üzerinde sağlamlaşmasına izin ver!” (Darga 1985: 33-35; Çepel, 2011:73). M.Ö. 2000’in başından itibaren bir krallığın var olduğu Büklü Kale’de yaklaşık 3000 kişin katıldığı bir tören yapılarak saray inşa edildiği düşünülüyor. Bu tür bir bina Anadolu’da ilk defa bu dönemde ortaya çıkmış.
Kanyondaki engebeli arazide sessizce yürüyoruz. Kentlerdeki gürültülü meydanlarda otomobillerin, otobüslerin homurtularının gelgitine maruz kalıyoruz. Güneş, yüksek binaların arkasında bir yerlerde batarken gürültüler buz pateni bıçakları gibi beynimizi oyuyor. Doğada ise gizli krallığımıza açılan kapıdan geçip göğün altın banyosuna dökülüyoruz. Bozkırdayız. Kızgın güneş bizi yürürken yakıp kavuracak diye düşünürken rüzgâr hem serinletiyor hem de kentsel yaşama ait tüm sıkıntılarımızı alıp götürüyor. Su kıyısında yürürken ufukta yalnız bir ağaç görüyorum. Bozkırdaki yalnız ağaçlar çok şey anlatır. Yanı başında durup dinliyorum onu. Dallarının arasından geçen rüzgâr onun sesi. Bir yıl önceki yürüyüşümde bu ağacın ayakları suyun içindeydi. Biz de kıyısında soluklanmıştık. Şimdi barajın suları çekilmiş. Suyun kıyıya sürüklediği tortuların altında parlak, kaygan çamur tabakası kalmış. Zemin yara gibi güneşte kurumuş, kenarları kırış, parça parça duruyor. Ağacın altında dibi delik bir kayık boynunu bükmüş. İleride su kıyısına inen inek sürüsü keyif yapıyor. Bazıları suyun içinde. Derin yeşilin içinde göz alıcı bir manzara sunuyorlar bize. Dönüş yolunda Mimar Sinan’ın onardığı yıllara meydan okuyan Çeşnigir köprüsünün üzerinde tarihi soluyacağım. Kıyıdan ayrılıp kayalık araziye çıkıyoruz. Kayalık bölgenin uç kısmından baktığınızda tüm kanyon görsel alanızda muhteşem bir görüntü sergiliyor. Aşağıdan geçen tekneye el sallıyorum. Bozkırın ortasında bir tekne gezintisi, tezatlıkların güzelliği cezbediyor.
Çeşnigir Köprüsü, Karakeçili ile Köprüköy arasında Kızılırmak üzerinde yapılmış tarihi bir köprü. Baraja serilen bir gerdanlık gibi…Yapılış tarihi kesin olarak bilinmiyor ancak, 13.yüzyılda yapılan bir Selçuklu Köprüsü olduğu tahmin ediliyor. Çeşniğir, Darphane-i Amire’de (darphane) çalışan ve basılan gümüş ve altın paraların ayarını kontrol eden kişi demekmiş. Köprü, yüz on iki metre uzunluğunda on üç kemerliymiş. Köprünün ortadaki büyük kemerini zamanın mimarları bir türlü tutturamamışlar. Yöre halkı bununla ilgili şöyle bir söylence anlatır. “Köprü yapılmadan evvel zamanın hükümdarı sefere giderken Kızılırmak’ın sığ yerinden geçip gidermiş. Yine bir sefer sırasında hükümdar mimarlarına ve köprü ustalarına “Ben seferden dönünceye kadar buraya bir köprü yapılsın” diye emretmiş. Ustalar, yedi-sekiz defa köprüyü yapmaya uğraşmışlar ama her defasında ortadaki büyük kemeri tutturamadıkları için köprü yıkılmış. Rum asıllı Hıristiyan bir mimar bu köprünün yıkılmaması ve büyük kemerin tutturulabilmesi için Allah’a gece boyunca yalvarıyor. Bir ara dalıp rüyasında kızı ile oğlunun kurban edilip onların kanı ile yoğrulan iki taşın köprüye konulması ile büyük kemerin tutturulmuş ve köprünün kurulmuş olacağını görüyor. Bu rüya üzerine adamcağız kızı ile oğlunu kurban ediyor, onların kanı ile yoğrulan taşları köprünün büyük kemerine yerleştiriyor ve büyük kemer tutuyor.” Köprüde o kanlı iki taşın hala görüldüğü söylenmekle birlikte ben göremedim. Belki sular altında kalan bölümündedir.
1402 yılında Ankara Savaşı’nın yapılacağı alana ilerleyen Timur’un da Kızılırmak’ı etrafı kayalık olan bu köprü üzerinden geçtiği rivayet ediliyor. Kapulukaya Barajı’nın faaliyete geçmesinden önce yol güzergahı üzerinde iken, suyun yükselmesi nedeniyle köprünün ayak kısımları baraj suyu içinde kalmıştır. 13 gözlü köprünün ancak 6 gözü görülüyor.
“Dikilir köprü üzerine, /Keyifle seyrederim hepinizi. /…Kiminiz kuştur, uçar, şairane;/Kiminiz balıktır, pırıl pırıl;/Kiminiz vapur, kiminiz şamandıra;/Kiminiz bulut, havalarda…” (Orhan Veli Kanık)
“Köprü, özellikle de kırsal alandaki bir köprü ise doğanın doğal bir parçası gibidir… Köprülerde, yine sözünü ettiğim köprülerde beni etkileyen bir başka özellik, bilgece, sabırlı suskunluklarıdır. Yıllar, on yıllar, yüzyıllar süresince nice yükler taşımış; nice kuşaklar, nice devirler gelip geçmiş, nice yıkımlara, nice zaferlere, nice acılara, nice şölenlere tanık olmuş, fakat sabırlı, bilgece suskunlukları hep korunagelmiştir.” Behramoğlu’nun lirik şiirleri insana, doğaya, hayata dair geniş bir tablo sunuyor bizlere.
“Akarken hayat ve zaman/ Açıp ardına kadar on gözünü/ Nice devletlerin yıkılıp/ Nicelerinin kuruluşuna tanık olmuş/ Sırtında yüzyılların ağırlığı/ Ama ayakları üstünde sapasağlam. / Sanki birbiri ardına dizili/ Bilge ve suskun bir fil sürüsü…” (Ataol Behramoğlu)
Parkurun bitiminde yüksek hızla dönen bir sayaçtan düşüyorum günümüze. Kent, bir mayın tarlası benim için. Manganelli’nin Olanaksız Söyleşiler’inde Odysseus, Marco Polo’ya,
“insan büyük bir yolculuktan, bir yalan taşıyıcına dönüşmüş olarak döner” diyor. Suyun bu yakasında zamanımız bol, yapacak şeyler ise çok az. Gerçekle yalan arasında ince bir çizgi var. Düşsellik ise tükenmez bir ütopya. Yapısını oluşturan keskin kayalıklara rağmen doğada onun uç noktalarına yürümek dayanılmaz bir arzu benim için. Düşselliğimin sınırlarında bir kez daha buluşmak dileğimle…