- Türk Telekom Telekomünikasyon Müzesi - 27 Ekim 2023
- Kars, Zamanı Yitik Şehir - 25 Eylül 2023
- Çeşnigir Kanyonu ve Köprüsü - 19 Aralık 2022
Dünyada böyle milyonlarca şehir var. Ve her biri bir o kadar karanlık, bir o kadar yalnız, her biri her şeyden bir o kadar kopuk, her birinin kendi dehşeti ve kendi sırları var.
Ray Bradbury
Kendi rüzgarımı yaratıyorum yola çıkarken. Çektiğim nefesi tüm gücümle üflüyorum. Nefesimin rüzgarı ile yelken açıyorum ovada. Daha önce karlar altında gördüğüm bu büyüleyici şehri şimdi güneşin kavuran ateşi içinde görmeye gidiyorum. Yol Arkadaşım Dağcılık Kulübü ile Kars yolundayım. Bazı şehirler gizemlidir ve insanı karşı koyamadığınız bir güçle kendine çeker. İçinde barındırdığı sırlardır seyyahları yollara düşüren. Kapılarına asma kilitler vurulmuştur. Şehrin ruhuna dokunduğunuzda kilit açılır, döker bütün sırlarını, hikayelerini. İçiçe geçmiş aynaların içinde bir yolculuğa çıkarsınız. Zaman kavramı kalmaz.
Ani Antik Kenti
Kırk Kapılı Ani’nin giriş kapısındayım. Tanrıça Anahit’in şehri olan Ani, tarihî ipekyolu üzerinde kurulmuş Anadolu’nun ilk ticaret kentidir. Doğanın üretken güçlerini simgeleyen Anahit’in Ermeni mitolojisinde doğurganlık, doğum, güzellik ve su tanrıçası olduğu söylenir.
“1001 kilise kenti” olarak da anılan Ani Antik Kenti; Ortaçağ’ın tüm zenginliğinin ve Mezopotamya, Orta Asya ve Kafkaslar’dan gelen çok uluslu ve çok dinli toplulukların buluşma yeri olmasının özelliklerini taşıyor.
Antik kente yedi kapıdan biri olan Aslanlı Kapı’dan giriyoruz. 11. yüzyılda Ebu’l Menûçihr tarafından güçlendirilen surların gölgesinde yürüyoruz. Aslanlı Kapı’nın sağında iki dairesel planlı burç ile korunan Çifte Beden Kapısı (Ejderha Kapısı), solunda ise taştan satranç tahtası bezemeli Hıdırellez Kapısı var.
Ticaret için kente gelen tüccarlar kente veba getirmişler. Veba Kapı’sından vadideki mağaraları görüyorum. Veba bulaşan insanlar bu kapıdan çıkarılıp mağaralarda karantinaya alınırmış. Yolumuzun üzerinde diğer adı Keçeli Kilise olan Aziz Patrick kilisesi var. Siyah, beyaz ve gri taşlarla örülmüş duvarları. Güneş kapısında parlıyor, ruhum ise gri taşlarla çevrilmiş. Doğu yönünde Arpaçay’a inen kayalıkların eteğinde Aziz Grigor veya Gregor Kilisesi, yöre insanının verdiği isimle Şirli Kilise’ye geliyorsunuz. Arpaçay Vadisi’ne bakan bir teras üzerine yaptırılmış. Yapının dış cephesi taş üzerine oyulmuş insan, hayvan ve bitki motifleriyle süslü. Boz, kahve ve kızıl taşlarla yapılmış, güney nişleri ve kapısı yıkık kilisenin merdivenleri göz korkutsa da, içindeki muhteşem fresk süslemeleri görmek için inip çıkmaya değer. İç cephe duvarları ile kubbe kısmında Hz. İsa’nın doğumundan ölümüne kadar geçen olayları sembolize eden freskler var.
Ani Katedrali veya Azize Meryem Katedrali olarak bilinen, orjinal adı Surp Asdvadzadzin Katedrali olan yapıya geliyoruz. Ani kentinin ayakta kalan en büyük yapısı olan katedralin kubbesi yıkılmış. Bina kırmızı, siyah, kahverengi ve gri taşlardan yapılmış. Tarihin tozlu yollarında yürüyoruz, adımlarımızın yarattığı toz bulutunda kaybolarak. Ani Kenti’nin doğu ucundaki Ebul Manuçehr Camisi’ne geliyorsunuz. Büyük Selçuklu Devleti döneminde 1071 – 1072 yılında yapılan caminin pencereleri Arpa Çay’a ve Ermenistan topraklarına bakmakta.Su akarken kendi ereğinde, kuşlar tüneğine dönüyor burada. Yapıda kırmızı ve siyah taşlar kullanılmış. Bu cami, “Anadolu’daki İlk Türk Camisi” olarak kabul ediliyor. Ebul Manuçehr Camisi’nin önünde, vadi tabanında Arpaçay üzerinde İpekyolu Taş Köprüsü var. 900’lü yıllarda yapıldığı düşünülüyor. Köprünün iki taraftaki ayakları sağlam ancak kemerler yıkılmış. Ayaklarından birisi Türkiye’de diğeri Ermenistan’da. Köprüden camiye doğru gelen bir patika yol bulunmakta. Tıpkı gerçek yaşamımızda olduğu gibi sınırlarda geziyoruz.
Surp Hovhannes Kilisesi veya diğer adıyla Kız Kalesi Kilisesi, yapı 1960 depreminde ciddi hasar görmüş. Dışarıdan seyredip yola devam ediyoruz. Uçurumun kenarında kayalıklar üzerinde ulaşılması çok güç bir manastır bulunuyor. 1215 tarihli Bakireler (Rahibeler) Manastırı, Ani’nin ayakta kalan tek manastırı. Kentin batısında, Bostanlar Deresi’ne bakan yamaçta, Abul Hamrants Kilisesi’ni görüyoruz. 994 yılında Pahlavuni ailesi yaptırmış. Kırmızı, siyah ve kahverengi taşlarla inşa edilen kilisenin dışı onikigen, içi altı yapraklı yonca şeklinde. “Ani bir dünyadır ama dünya bir Ani değildir.” (Nikolai Marr)
Ani’nin bilinmeyen yüzü Bostanlar Deresi’ndeki yer altı mağaralardayız. 200 metre yükseklikte bulunan yamaca tırmanarak ulaşılıyor bu “güvercinliklere”. 21 güvercinlik mağarası var. Yanardağların püskürttüğü kül, kum ve lav parçacıklarından oluşan tüfün oluşturduğu kayalıkların içine oyulmuşlar. Girdiğimiz mağarada yaklaşık 680 güvercinin yuvasını ve 2 tane dışarıdan güvercinlerle ışığın gireceği boşluk olduğunu görüyoruz. Haberleşme zamanında güvercinlerle sağlanıyormuş. Ani, gizemi hâlâ çözülemeyen şehir. Kentin olduğu tepenin altı ve vadi tabanlarındaki mağaralar ise yaklaşık MÖ 4500 yıllarından beri kullanılan yerleşim ve mezar alanıymış. Sırları yer altında gizli ve keşfedilmeyi bekleyen bin beş yüzden fazla olduğu sanılan mağaralarda gizli.
Kapıya doğru ilerlerken Pers uygarlığına ait Ateşgede denilen Zerdüşt tapınağının yanından geçiyoruz. Anadolu’daki ilk Zerdüşt Ateşgedesi olması nedeniyle oldukça önemli bir yapı.
Solumuzda Gürcü Kilisesi, diğer adı Surp Stephanos Kilisesi. Sadece bir duvarı ayakta kalmış. Yol boyunca kentin Pazar yerinden geçiyoruz. Gözlerimi kapatıyorum, kulaklarımda tarihin sayfalarından kaçan satıcıların sesleri.
Kentin kuzeybatı ucunda Selçuklu Sarayı yer alıyor. Sarayın geometrik yıldız motifleri ve mozaik taç kapısı Selçuklu taş ustalığının çok güzel bir örneği. Batıda ise 990-1020 arasında inşaa edilen ve sadece birkaç sütunu ayakta kalan Gagik Kilisesi (Binyıl Kilisesi), karmaşık planı ile ön plana çıkan 1031 tarihli Havariler kilisesi yer alıyor.
Çıkış kapısına doğru yürürken İpek Yolu’nun üstündeki en hareketli şehirlerden biri olan Ani’nin sessizliğini duyuyorum. 1865’te yolu buraya düşen İngiliz seyyah John Ussher, “…Ve Ani bir çölün ortasında duruyor. Muazzam kiliseler, yalnızca güvercinler, ıssızlık ve yalnızlık… Sanki geniş sahne üzerinde hükümdarlık kurulmamış bir sessizlik içinde…” diye yazmış.
Şehir Merkezinde Tarihin Soluğu
Kars soğuk bir kent ama hikayeleri de bir o kadar sıcak. Sokakları buram buram tarih kokuyor. Her sokak başında farklı bir tarihi yaşıyorsunuz. Mezopotamya, Kafkas ve Anadolu kültürü harmanlanarak gezginlerin üzerinde unutulmayacak izler bırakıyor. Sokakları gezerken tarihi binaların duvarlarına dokunduğumda taşların anlattığı hikayeleri yaşıyorum.
Anadolu’nun ilk evliyalarından Ebu’l Hasan Harakânî, Kars’la özdeşleşmiş. Anadolu’ya Türkmenistan’dan Selçuklu akınları ile birlikte geldiği biliniyor. Ebu’l Hasan; Hicri 425, Miladi 1033 yıllarında Kars’ın 15 km uzağında yer alan Yahni Dağı’nda Bizans orduları ile yapılan savaşta yaralanarak şehit düşmüş. Ebu’l Hasan için Sultan Alparslan’ın Kars’ı fethetmesiyle günümüzde Kars’ta bulunan Kaleiçi Mahallesi’ne bir türbe yaptırılmış. Ebu’l Hasan Harakânî, Türkmenistan’dan Şam’a kadar her kimin eline bir diken batarsa kendisinin canının acıyacağını tasvir ederek insanlara olan sevgisini dile getirmiş. Mevlana ve Ebu’l Hasan’ın birbirleri ile örtüşen tasavvufi uyumu var. Ebu’l Hasan, Anadolu’nun fethi için yüreğindeki Alperenlik ruhu ile Anadolu’nun Türkleşmesi için çalışmış.
Kümbet Cami (Havariler Kilisesi), Kars Kalesi’nin eteğinde yer alan görülmesi gereken Ermeni kiliselerinden biri. Bagratlı Krallığı döneminde Kral Abbas tarafından yaptırılmış. 1064 yılında Müslüman egemenliğine geçen kilise camiye dönüştürülerek Kümbet Camisi adını almış.Bölge Rus hakimiyetine girince camii Rus Ortodoks Kilisesi’ne çevrilmiş, 1918 yılında tekrar Türk hakimiyetine girince yeniden camiye çevrilmiş.
Kafkas Cephesi Harp Tarihi Müzesi, gezerken beni en çok duygulandıran müzelerden biri. 1828 yılında, Rusların Kars’a yaptıkları saldırılarda, bir gece baskını sırasında tabyadaki askerlerin tamamı şehit edildiği için bu tabyanın adı literatüre Kanlı Tabya olarak geçmiş. Sarıkamış’taki 90.000 şehidin anısına yapılan odada 90 tane çarık aynalarla sonsuzluğa yansıtılmış. Top sesleri ile birlikte buradan etkilenmemek imkansız. Askerlerin yazdığı şiirleri, mektupları okurken etkilenmemek imkansız.
Ruslardan kalan taş binalardan birinin önünde soluklanıyoruz. Mekân Puşkin’in adını taşıyor. Pushkin Restaurant & Café. Kapının yanında şairin Türkçe’de bir şarkı olarak bestelenen “Ey uzak ülke, güzel ülke/Ey bilmediğim ülke/Ne kendi isteğimle geldim sana/ Ne de soylu bir atın sırtında…” şiiri yazılı.
Şair, Osmanlı-Rus Savaşı’ndan sonra Erzurum yolculuğuna çıktığında Kars’ta bir gece kalır. Güncesine, “Erişilmez savunma mevzilerine ve yalçın bir kaya üstüne kurulmuş kaleye baktıkça, Kars’ı nasıl ele geçirebildiğimize şaşıp kalıyordum” diye not düşer.
Farklı zamanlarda farklı dinlerin ve dillerin hakim olduğu bu diyarda gezmeye doyamıyorum. Ayakta ya da yerde, açıkta ya da gizli, en küçük taş parçası bile insanlığın ortak mirası. Ruslar tarafından Kars’a sürgün edilen Malakanlar da Kars’ın kültürel dokusunda çok iz bırakmış. Özellikle de peynircilik sektöründe. Bir çay ocağında çayımı yudumlarken gözüm duvardaki resme takılıyor. Orhan Pamuk’un “Kar” romanında bahsettiği gibi bir Alp Dağları manzarası asılıydı. “Kars’taki bütün çayhaneler, lokantalar ve otel salonlarında olduğu gibi burada da duvarlara Karslıların övündükleri kendi dağlarının değil İsviçre Alpleri’nin manzaraları asılmıştı.”
Kentin tarih kokan yollarını adımladığımız gibi, kader yolunda da adım adım yürürüz. Ama yolu bulmak bazen zordur. Kavuşmalarımız ağır aksak, ayrılıklarımız koşar adım olsa da hep yeni bir ufuk vardır önümüzde. Kars’ı terkederken Tanrıça Anahati’nin diyarına dönüp bakıyorum, unutmamak üzere. Topraklarından ödünç aldığım taşı geri getireceğim günü bekleyeceğim.
“Değil mi ki; / kavuşmalarımız topal, /ayrılıklarımız koşar adım…” (Cahit Zarifoğlu)
Kutlarım Demet Hanım. Tarih kokan ve büyük bir kültürel miras barındıran memleketimi ne güzel anlatmışsınız. Son yıllarda Doğu Ekspresi popülaritesiyle gündem olan Kars ne yazık ki kimsesiz kalmış biraz. Umarım tüm tarihi mekânlar ve şehrin sokaklarını süsleyen taş binalar restore edilerek turizme kazandırılır. Saint Petersburg yerine bu büyüleyici şehrimizi ziyaret etsin istiyorum milyonlarca insanımız.
Sevgiyle kalın…