Güneş, yerini akşama terk ederken ardında koyu bir karanlık bırakıyordu. Karanlık günün üzerine çökerken sessizce, kaba ve kalabalık kentin üstünü kara bir şal ile örtüyordu. Şafağa benzer bir kızıllığın içine giriyordu dünya.Tersinden bir şafaktı bu. Sabaha değil akşama doğru yürüyen bir zamandı. Şimdi tüm sokaklarda akşam ile sessizlik el ele yürüyordu. Sabaha ait olan telaşın yerine akşamın rahatlığı vardı. İşten, güçten evine dönen insanların hareketleri rahat ve sakindi, ağır ağır yürüyordu herkes.
Yoğun ve yorucu bir gün geçiren Şefik, çok acıkmıştı, karnı gurulduyor, çalışma temposu git gide düşüyordu. Gün boyunca okulda ne kadar çay. kahve, su içmişti, zaman nasıl geçmişti bilmiyordu. Öğleyin içtiği sıcak bir çorba ile duruyordu hâlâ. “Eve gitmek ve bu kadar lezzetli yemeklerin sırrı nedir,” diye sorulduğunda “Ben sevgimi kattım, o yüzden çok lezzetli oluyor,” diyen anasının o güzel yemekleri ile karnını doyurmak istiyordu.
Evlerinin bulunduğu sokağa gireceği sırada, yeni bir şiirini yayınlayan dergiyi almadığı geldi aklına. Geri döndü hemen. Acelesi yoktu. Durup sokağın içine doğru baktı. Gazete bayisi sokağın diğer ucundaydı. “Bu sokağı baştan başa yürürsem bu gün eksik kalan sporumu da tamamlamış olurum,” diye düşündü, adımlarını hızlandırıp tempolu bir şekilde yürümeye başladı.
Aslında bir an önce merak ettiği o edebiyat dergisini alıp şiirinin hangi sayfada yayınlandığını görmek ve şöyle bir bakmak istiyordu. Dergi sayfalarında kendi adını, kendi şiirini görmek, okumak başka bir duyguydu, bambaşka bir zevk veriyordu ona. İçini okşayan bir onur ile ilerledi.
Son adımlarını attı, heyecanla geldi büfenin önüne. Eğilip küçük pencereden içeriye doğru baktı, daracık boşluktan yüzünü zoraki gördüğü adama derginin adını söyleyerek parasını uzattı, “Bir adet alabilir miyim,” dedi?
Adam raftan dergiyi bulup verdi. Dergiyi alır almaz bir kenara çekildi, sırtını duvara yasladı, önce kapakta yazılı olan isimlere bakıp kendi adını aradı, bulunca sevinçten uçacak gibi oldu, sonra iç sayfalara geçti hızlıca. Evet şimdi derginin 13. sayfasında üstte kendi adı, altta ise tam sayfa şiiri yazılı idi. Sonuna kadar okudu, dönüp bir daha okudu. İlk kez göklere kanat açıp uçan bir kuş sevinciyle kıpır kıpır oldu yüreği. Sevincini anlatmak için bir an önce eve gitmek istedi. Dergiyi özenle çantasına koydu, eve doğru dönüp hızla yürümeye başladı. Bu sefer acelesi vardı, eve gitmek ve dergide çıkan şiirin sevincini paylaşmak istiyordu, bundan daha önemli ne olabilirdi ki? Şimdi zamana iliklenmiş bir heyecan vardı yanında.
Ne açlığı kaldı o an, ne de yorgunluğu, kuş gibi hafiflediğini hissetti kendini. Kuş sevinciyle uçarak gidiyordu adeta.
Bu arada akşam, güneşin boşalttığı zamana tutunmaya çalışıyordu. Şehrin üzerine çöküp sabaha kadar bozmayacaktı keyfini. Olanca gücüyle karanlığını Ankara’nın sokaklarında, caddelerinde hissettirecek, herkesi evine hapsettirecekti. Demir merdivenli parka geldi. Uzun ve dik merdivenleri bir çırpıda çıktı. Eve geldi, zile basıp bekledi. Bekleyemiyordu aslında.
Otomatiğe basılınca kapıyı açıp bir solukta merdivenleri tırmanıp dördüncü kata çıktı, alelacele ayakkabılarını çıkardı. Sevinçle girdi içeriye.
“Bu acelen ne oğlum, ne oldu sana,” diye sordu annesi.
Sevinci annesinin yaptığı güzel yemeklerle ilgili değildi. Yeni bir şiiri yayınlanmıştı önemli bir dergide. Onun sevincini yaşıyordu. Onun coşkusuydu kalbini küt küt diye attıran şey.
Daha odaya geçmeden çantasından çıkardığı dergiyi gösterdi. “Bak anne, yeni bir şiirim yayınlandı bu dergide,” dedi. Sayfalarını açıp uzattı annesine. Annesi oğlunun şiirini okumaya başladı. Okurken yüzünde hiç eksik olmayan gülümseme, daha da arttı, dökülen gözyaşları ile birlikte. “Şaşırmadım oğlum,” dedi neşe ile. “Senden bekliyordum zaten bunu, tebrik ederim, çok güzel olmuş oğlum.”
“Senin yemeklerin kadar güzel olamaz anne,” dedi gülümserken.
“Haydi o zaman sofraya, sen acıkmışsın, belli oluyor.”
Oğlunun yüzüne bakmadan gözyaşlarını gizleyerek, ” Daha büyük başarılar bekleyeceğim, daha farklı dergilerde göreceğim şiirlerini, bundan eminim,” dedi.
Sefik, iştahla sofraya oturdu. Şimdi zihni daha çok açılmıştı sanki. Yüreğini okşayan annesinin sözleriyle doymuştu karnı. Yeniden doğmuştu dünyaya sanki şimdi duble olmuştu yemeklerin lezzeti.
Yeni ilhamlar, yeni şiirler getiriyordu kalbine. İlham perileri doluyordu zihnine, kalbin giz ve gizemli odacaklarından tek tek çıkıp yazıya doğru yürüyorlardı. Hayatına egemen oluyorlardı.
“Kötülükler olmasa,” dedi içinden. “Kötülükler olmasa, bakabilen, hissebilen ve düşünebilenler için şiirdir hayat, hayat şiirdir aslında.”
Yemeğini yedikten sonra bir ilham perisinin dürtmesi ile kalkıp bilgisayarını açtı, başına oturdu, başka bir dünyaya daldı, kendi kendine konuştu:
“Daha çok yazacağım bundan böyle, daha çok.”
İsmail OKUTAN
Süper güzel. Tebrik ederim İsmail Hocam.
” İnsan bu Dünyâ’da Şâirâne Mukîmdir” !.. Takdir , Tebrik , Minnet ve Şükranla En İçten Saygı , Sevgi ve Selâmlarımı sunuyorum , Efendim !.. Tiflis’ten Bir Buketle !.
Çok teşekkür ederim, sağ olun.