- Ursula K. Le Guin’den ZİHİNDE BİR DALGA - 22 Şubat 2023
- “BORGES’İN EVİNDE” - 13 Şubat 2023
- AYKIRI BİR KALEM: JOSE SARAMAGO - 11 Kasım 2022
Meslekteyken öğrencilerimden sırasıyla önce ailelerini, yakın çevresinde kendilerine model olarak seçtikleri “tip”leri, en çok sevdiği arkadaşını ve en sonunda kendilerini anlatmalarını isterdim. Haklarını yemek istemem; gerek seçtikleri “model tip”leri olsun gerekse yakın arkadaşlarını, uzun uzun, ballandıra ballandıra anlatırlardı, fakat sıra kendilerine geldiğinde çoğunun tıkandığını, kendi haklarında ne iki satır yazabildiklerini, ne sözlü anlatım yapabildiklerine tanık oluyordum. Güzel yüzleri hâlâ gözlerimin önünde fakat kendilerine o kadar uzaktılar ki… Ben kimim, neden yaşıyorum, hedeflerim nedir, nereden gelip nereye gidiyorum ve bu gibi soruların hiçbirine yönelik yanıtları yoktu. Kendilerinin farkına varmaları için üstlerine çok gittiğimi itiraf ediyorum. Onlar şimdi 30’lu 40’lı yaşlarını sürüyorlar, birçoğu çoluk çocuk sahibi. Ne zaman söyleşsek o yılları saygı ve minnetle anarlar, “iyi ki…” diye başlayan cümleler kurarlar.
Aynısının tıpkısı edebiyat alanı için de geçerli: Yıllar önce, kaleme aldığı bir öyküsünü ya da şiirini okuyup küçük birkaç eleştiriyle yanıtladıklarım bana o zamanlar kızıp darılmışlardı. Bazılarından sayfalar dolusu küfür mektupları aldığım bile olmuştu. Üçü beşi bir araya gelip cephe oluşturmuşlar, etkinlikçilik oyunlarına beni çağırmayarak akıllarınca öç almışlardı. Bazıları işi, filan kitabında solculuk yapıyor, okulunuza çağırırsanız riskli olabilir, diyerek güya dostluk kurdukları öğretmenlere jurnallemeye kadar vardırmıştı.
Ben, bende emekleri olan, eleştirilerinde gözlerimin yaşına bakmayan usta bellediklerimden şunu öğrendim: “Bütün bunlar gelir geçer, geriye eser kalır.” imgelem’ın genç okurlarına, hele hele yazmaya heves eden genç yazar adaylarına bu sözleri tekrar etmem bile fazla. Çünkü yazmayı öğrenmenin yolu, yazmaktır. Tıpkı yüzmeyi öğrenmenin tek yolunun yüzmek olması gibi. Ukalalık etmek gibi olmasın ama genç yazar adaylarına birkaç küçük önerim var: Kendinizden başlayın. Yani? Yani kendinizi anlatın. Düşüncelerinizi, hayallerinizi, sevgilerinizi, kıskançlıklarınızı, öfkelerinizi, sorularınızı… Yazın bunları! Defterler doldurun. Etkisinde kaldığınız yazarlardan, şairlerden alıntılar yapın, taklit edin. Ben lise yıllarımda Yunus’u, Karacaoğlan’ı, Pir Sultan’ı az mı taklit ettim! Aruz kalıplarıyla şiirler bile yazdım. Nazım’ı tanıyınca onun gibi, A. İlhan’ı tanıyınca onun gibi, H. Yavuz’u tanıyınca onun gibi yazdım. Etkilenmekten hiç korkmadım. İlkgençlik yıllarımda Kerime Nadir gibi yazdığım bile oldu; Handan’lar, Nalan’lar, Tarık’lar, Ferit’ler, yalılarda yaşanan aşk maceraları… Onlara çıraklık etmek güzeldi. Ortaokul yıllarımda o zamanlar asker olan dayıma bazen beş-altı sayfa tutan uzun mektuplar yazardım. Manisa’ya baharın geldiğinden, okuldaki arkadaşlarımdan, o sıralar hoşlanmaya başladığım kızlardan, babamın başımı alıp gitmeme hiç izin vermediğinden, kardeşlerimden; hepsinden, hepsinden uzun uzun bahsederdim. Sözünü etmediğim ne daldaki kuş kalırdı, ne Manisa dağının üstündeki bulut. Ovada bütün gün çalışıp akşam serinliğinde evlerine dönen çiftçilerin fukaralığı canımı çok sıkardı; sosyalist bir düzen gelirse fukaralıktan kurtulabilecekleri hayalini kurup yazardım.
İnsan önce çırak olup kendini yazmalı. Eleştirilmeli. Yazdıklarınızı kimse eleştirmiyorsa işiniz zor demektir.