Eskiden mektup yazılırdı değil mi? Mürekkepli kalemle yazılıp pullu zarfla gönderilen mektuplar… İletişim teknolojisinin değişmesiyle bu güzel gelenek de büyük ölçüde tarihe karıştı. Atık e-posta var, WhatsApp var, Messenger var! Mektup yerine ileti yazıyoruz… Sanal ortamlarda anlık yorumlarla paylaşıyoruz düşüncelerimizi. Teknoloji bizi o denli tembelleştirdi ki yazıdan büsbütün uzaklaştık. Duygu ve düşüncelerimizi açıklamak için sözcüklere bile gereksinim duymuyoruz artık. Yeni bir “işaret dili” yaratıldı. “Emoji” denen simgelerle iletişim sağlıyoruz! Anlamlı birkaç sözcük yazmaya üşenir olduk…
Oysa biz eskiden ne güzel mektuplar yazardık! Özellikle yazarlar arasındaki mektuplaşmalar çok değerliydi. Birbirlerine içtenlikle açarlardı özel dünyalarını. Duygu ve düşüncelerini çekincesiz paylaşırlardı. Yazınsal değerlerinin yanı sıra belgesel nitelik de taşırdı bu mektuplar. Sonraları ne çok yazarın mektuplaşmaları kitaplaşarak duygu dünyamızı zenginleştirdi…
Ben de mektup yazan ve biriktiren biriydim. 1950’lerden 1990’lara dek sürdü bu alışkanlığım. Sonra el yazısı mektupların yerini daktilo ve bilgisayarda yazılmış mektuplar aldı. Günümüzde ise ben de çağa ayak uydurdum; yazışmak için artık teknolojik iletişim araçlarını kullanıyorum. Ama bugüne değin aldığım mektupları gözüm gibi korudum. Onları tarih sırasına göre düzenleyip klasörlere yerleştirdim. Bunlar arasında arkadaş mektupları, sanatçı mektupları, cezaevi mektupları da var.
En çok mektup yazan ve bu alışkanlığını günümüzde de sürdüren ozanların başında Ahmet Özer gelir. Sanırım yıllar içinde binleri bulmuştur yazdığı mektupların sayısı. Bir o kadar da karşılık almıştır yazarlardan, ozanlardan. Yani bir gömü değerindedir onun mektup belgeliği…
EdebiA.com platformunda 26 Nisan’da çıkan “Ahmet Özer’le İnce Uzun Yolculuğumuz” başlıklı yazım üzerine sevgili arkadaşımdan aynı gün bir mektup aldım. Büyük bir içtenlikle yazılan ve bize mektubun yazınsal bir tür olarak eski tadını yeniden duyumsatan bu metni yazar dostlarımla paylaşmak istedim. (Attila Aşut)
* * *
Ankara, 26 Nisan 2021
İki Gözüm Sevgili Attila Aşut,
Bir ağabeyin kardeşini daldan budaktan korurcasına sevgi, içtenlik, dostluk, sıcaklık ve edebiyat duyarlığıyla ördüğün yazını okudum. Bir iki yerde çok duygulandım. Bir yazının habersiz yazılmasının getirdiği heyecan çok büyüktür. Ben de bu alanda en azından 300 yazı yazmışımdır. Bu yazılardan sadece birinden, üzerine yazı yazdığım kişi haberliydi. Ötekiler hep karşımdakine bir derinlik, bir içtenlik sunmak amacıyla kaleme alınmıştı. O nedenle yazını çok değerli buldum. Duygulandım, sevindim; yıllardır bu alana verdiğim emeğin böylesine içten değerlendirilmesinin heyecanını yaşadım. Teşekkürümün az olduğunu, yetersiz kaldığını belirtmek isterim.
Benimle ilgili ilk ayrıntılı yazıyı, Ayrı Beraberlikler çıktığında, 1981’de Türkiye Yazıları’nda sevgili dostum Yaşar Yörük yazmıştı. Gencecik yaşında yitirdiğim bu dostumu, ardından ayrıntılı bir yazı yazarak uğurlamıştım. Türk diline emek veren bir öğretmen arkadaşımdı.
Benimle ilgili çıkan yazıları derliyorum. Bu derlemeden bir kitap hazırlayacağım. Geçenlerde bir hanımefendinin yazısı da benim için sürpriz oldu. Beklemediğim bir durumdu, kendisiyle topu topu 15 dakikalık bir konuşmamız olmuştur. Bunu temel alarak çalışmalarıma farklı bir bakış açısı geliştirmesi gerçekten sevindirdi beni.
Yaşamımda hiç kimseye benimle ilgili bir yazı yazar mısın diye bir cümle kurmamışımdır. Bu nedenle habersiz gelen yazıların önemi çok büyüktür.
Yazınız, coğrafyamızda yetişen bir ağaç gibi oldu. O ağacın gölgesinde oturup düşler kurdum. Bugüne değin benim de yazdıklarım çok kişiyi şaşırtmıştır. Ancak bunları hep bir görev olarak algılamışımdır.
Bugün Facebook sayfamda yeni kitabımı tanıttım. Bu kitap seni çok sevindirecektir. Trabzon Lisesi’nde ve Eğitim Enstitüsü’nde öğrenciliğimde yakından tanıdığım öğretmenlerimle söyleşilerim var kitapta. Bir de Nevzat Üstün’ün eşi Şükrün Üstün’le (Kendisi Küçük Sahne’nin oyuncularındandı) yaptığım söyleşiye yer verdim.
Diyeceğim, edebiyatın / sanatın güzelliği, içimizdeki siyasi bilinci hem korumuş, savunmuş hem de bize ışık tutmuştur.
Yüz yüze görüşmemiz, Ayrı Beraberlikler’in oluşturduğu duyarlık ve şiirimin dokusuyla ilgili yorumunuzun yanına ekleyeceğim, benim edebiyat dünyasına sözünü ettiğin dostlarımızdan sonra girmiş olmamdır. Orta 1. sınıftan lise sona değin sadece bir arkadaşım oldu. Bunu nasıl yorumlamak gerekir bilemiyorum. O da Altan ve Örsan Öymen’lerin akrabası bir gençti. Şimdilerde Orman Fakültesi’nden emekli bir profesördür. Ara sıra telefonla görüşür, eski günleri anarız. En çok fotoğrafım da onunladır.
1965’te Kocaeli’nin Kandıra ilçesinin bir köyünde öğretmenlik yapmam yaşamımı değiştirdi. Sanatımın 30. yılı 1996’da Trabzon’da kutlanırken Rasim Şimşek öğretmenim, “Bu Ahmet benim keşfedemediğim bir öğrencimdir. Bugüne nereden nasıl geldi, doğrusu beni de şaşırttı” demişti. Doğru demişti. Ancak kararlı bir yürüyüşten hiç geri kalmamışımdır.
Emeğimin sergilenmesi, bu alandaki duruşum, benden önceki değerlerimizden bana kalan mirastır. Yön ve Ant dergileri olmasaydı, Türk Solu çıkmasaydı, Nâzım’dan yoksun olsaydım sıradan bir insan olurdum. Nâzım’ı sağlığında okumamı da babama borçluyum. Nâzım’ın 835 Satır’ını 1958-1959’da ortaokul öğrencisiyken okumuştum. Bin bir emekle yayımladığın Sömürücülüğe Karşı SAVAŞ’ın çoğu sayılarını arkadaşlarıma ben vermiştim. Onlar da okuduklarım arasındaydı. İlk sayısı benim Fatih Eğitim Enstitüsü’ne öğrenci olduğum günlerde çıkmıştı. Beşikdüzü yıllarım bugüne gelmemde bir eşiktir. TÖS üyesi bir öğretmen olmak da var işin içinde, 1960 Büyük Öğretmen Boykutu’na katılmam da… Diyeceğim edebiyata, özellikle de şiire bakışta hep toplumcu gerçekçi bir damarı önemsemişimdir. Çünkü o damarın şairlerine bağlanmayı temel görev bilerek yazdım, yazıyorum da.
Açık ve içten belirteyim ki senin savaşımının hepimize kazandırdığı büyük bir enerji vardır. Edebiyat sevdanı, Hâkimiyet’in sayfalarında Ömer Turan Eyuboğlu’nu yazarken nasıl da hayranlıkla izlemişimdir. Salt şiir değil, eleştiri, tanıtı ve özellikle de polemikler… O yıllarda böyle bir birikime şapka çıkarılmaz mı? Hayatımızın dizginlerinin elimizde olduğunu sanırız, oysaki hayat bizi savurur da savurur. Ardımızda kalan onurlu bir yaşamdır ve temel amaç bu yaşamın hakkını verebilmektir.
Yazınız beklenmeyen bir gün ve saatte buldu beni. O nedenle benim için çok değerli bir belge oldu. Bu arada Giresun Üniversitesi Edebiyat Fakültesi mezunu bir kızcağız da bir buçuk yıldır benimle ilgili bir yüksek lisans tezi hazırladı. Tez hocası, öğrencisine tezini kurul huzurunda savunmadan önce benim okumamı önerdi. Onu okuyorum. İnan ki bu kızcağız öyle ilginç saptamalar yaptı ki gerçekten bu ben miyim diyesim geldi. Bütün bunlar yorgunluğumuzun yüzde onunu alıyor. Peki yüzde doksanına ne oluyor dememe gerek yok, aynı sancılar içindesin biliyorum. Siyasi yönden içinde bulunduğumuz kaosu yaşamanın gerginliği en büyük mutsuzluğumuz. Ülkenin 60’lı yıllarını yaşayan bir kuşak olarak o yıllardan bugüne savrulmak çok acı. Çünkü her konuyu siyasi bir anlayış ve yorumla değerlendirmeyi gerekli gören insanlarız. Bu da bizi kabına sığmaz bir konuma sürüklüyor.
Kıbrıs’a gittiğin günden beri, belki de beş sosyalist partinin gündem oluşturan ve bu gündemi akıl, bilgi ve cesaretle ayakta tutan iletilerini okuduk, okuyoruz. Kıbrıs’tan ülkemize bakışı yansıtan görüşlerin çok değerli. Aydın olma, sosyalist bilinç, deneyim, kültürle iç içelik ve en önemlisi de sanatçı yüreği taşımak bu iletileri yazdırıyor sana.
Kitaplığından ayrı kalmanın getirdiği boşluğun orada giderek daha da büyüdüğünü duyumsuyorum. Benim yetişebileceğim bir kaynak olduğunda elimden geleni yaparım. Burada bizler de eve kapanıp kalmış durumdayız. Bu durum bizim konumumuzdakiler için yararlı oldu. Benim üst üste kitaplarım çıkıyor. Bu yaz da diğer yazılarımı yayıma hazırlayacağım.
Yazının altına iki satır yazıp teşekkür etmek benim için yetmezdi. Bir iç dökümü oldu bu.
Sağlık, esenlik dileklerimle en içten sevgilerimi gönderiyorum. Özen Hanım’a saygılar. Nazlı Hanım’ın emeğini ben de takdir ederim. Sizlerin değerlendirmesi daha da anlamlı. Yazdıkların doğrudur. Onun da selamlarını iletiyorum.
Torununuzun fotoğrafını gördük, çok mutlu olduk. En büyük mirası, senin gibi bir dedenin ve bir babaannenin ona bırakacağı onurlu bir yaşamdır.
İçten sevgilerimle…
Ahmet Özer