Nasıl çoğul bir sevgidir babalarımıza duyduğumuz sevgi. Tarifsiz, hesapsız, kitapsız…
Eğer anlatılsa, kelimeler yeterli gelir mi, bilmiyorum?
***
Tarık Dursun oğlunun doğumunu anlatıyor: Kime?
Kırk yıllık karısı Nermin Hanıma…
Ellerini ellerinin içine almış, anılarını, olan bitenleri, yoksulluk günlerini, oğullarının ilk doğduğu günü anlatıyor…
Nasıl güzel bire sevinç!
“….oturduğumuz eve geldi telgrafı. Çok kısaydı: ‘Bir oğlunuz oldu.’ Postacıya bahşiş vermeyi unuttum, doğru anneme koştum. Evdeydi ve o sıra bulaşık yıkıyordu. Köpüklü ellerini havaya kaldırdı, iki adım yürüdü ve kısa bacaklı bir sandalyeye kendini bırakıverdi ağlayarak.
“Anne,” dedim,” sevinmedin mi yoksa? Gözleri dolu gülmekle ağlamak arası bir hıçkırıkla “Deli, “ dedi bana. “Sevinmedim olur mu?” Deli!” ( Ben Unutmadan, Bilgi Yayınları. shf.292)
Sonra oğul’un ilk yürüme çabaları, ilk tahta ata binişi, diş çıkarması, sünneti, okula gidişi, ilk çantayı omuzuna koyup badi badi yürüyüşü….
Babalar bunları adım adım ezber eder, belleğinin bir köşesine kazır ve yıllar geçse de Tarık Dursun’ da olduğu gibi anlatır anlatır…
Annesine, karısına, dostlarına anlatır…
Her anlatışında gözleri dolar, içini bir hüzün kaplar, senelere uzanır gider…
***
Bu babaların çektikleri ah… Öğretmenliğimin beşinci yılı 12 Eylül darbesi olmuş, öğretmenlikten atılmışım. Üstelik polis arıyor. Ortada suç ta olsa bari! Fakat arıyor, ikide bir gidip beni babama soruyorlar, “Oğlun nerde? “ diye. O günlerde polisin eline düşen bir oğulun ne hale geleceğini bilen bir babanın içindeki fırtına?
Ah…
***
Velhasıl’ da, Ercan Kesal anlatıyor; (Velhasıl, İletişim Yayınları, shf.108) 1981, 7 Ocak’ ta Tarsus. Baba Hasret Alan, polisle çatışmaya girip yaralanan oğlu Ayhan’ nı anlatıyor:
“… Bir ara bizi görmeye geldiğinde teslim olmasını söyledim Ayhan’ a. Olmam dedi ve gitti.
(…)
“… uzun süre haber alamadık ondan. O gün Ayhan’ nın yaralandığını ve hastanede olduğunu söylediler. Hastaneye vardığımda Ayhan’ nın bütün el ve ayakları delik deşikti. İki baldırı parçalanmış, yüzü bembeyaz yatıyordu. Ellerini tuttum ama fenalaşıp yere düşmüşüm. İçerde oğullarım da vardı. Turan bir şişe kan verdi. (…) Ben eve döndüm. Sabaha karşı onlar da geldi. Kapıyı açınca ilk sözleri “Kurtuldu” oldu. Ayhan’ nı kaybetmiştik. ( …) morgda yüzünü açtım, baktım gülümsemesi kaybolmamıştı hâlâ. Bu olaydan sonra uzun süre ne yaptığımı bilmeden şuursuzca dolaşıp durdum.”
Ah ki Hasret baba… Bir babanın buna yüreği dayanır mı? Dayanıyor…
1980 darbesinde olanlardan mini bir kesitti yukarıdaki acı olay.
Peki, 2020’ de?
***
Can Dündar anlatıyor “Tutuklandık” da. ( Tutuklandık, Can Yayınları) 2015; yer, Silivri Cezaevi. Bir mektup…
Oğul Ege’ den. Ege, Can Dündar’ ın oğlu. Tutuklanmanın ilk aylarıdır, oğulun kokusu mektupla bile olsa babanın burnunu direğini sızlatmaktadır.
“Aldım (mektubu) üst kata çıktım. Kederimin keyfini çıkarabilmek için yatağa uzandım. Hitabı okur okumaz ağlamaya başladım.”
Oğul Ege, babasına, “…Dimdik ayaktayız ya, yine de senden saklayacak halim yok hasretimi…
“Dert etme” diyorum, kendi kendime, bir sabahın taze ışığında, belki kış, belki bahar, belki en sevdiği mevsimin ortasında çıkar gelir yine. Yine NutelLa kaşıklar, maç izler; dertleşir, büyürüz birlikte, diyorum.”
**
Ya Aziz Nesin? Yurt dışına gönderir çocukları, öğrenimleri için. Ve sonra mektuplaşmalar başlar. Baba merak eder oğul’ u; dersler nasıldır, harçlık yetiyor mu, rahatı iyi mi diye? Oğul, Ahmet’ de Ali’ de her hafta babaya mektup yazar, durumlarını bildirirler. 1965’ başlayan bu mektuplar okul bittiği tarih olan 1981’ de sona erer… Aziz Nesin’ in ilk mektubundaki hitaba bakın; nasıl da güzel bir sevgi!
“Sevgili Ali’ m, Kadife Tenli Çingene Palamutum, Canım Oğlum,” ( Canım Oğlum-Canım Babacığım, Nesin Vakfı Yayınları)
BU mektubum eline geçtiği zaman herhalde okulunuz tatil olmuş olacak. Bu yıl müsamerelerinizi göremeyeceğim için çok üzülüyorum. Ama benim yerime annenle ağabeyin görür, onlar bana yazarlar.”
Başka bir mektup, “ Ali Oğlum, Önce şunun söyleyeyim; hiç de sana moral vermek için karnenin iyi olduğunu söylemiş değilim, karnen gerçekten iyi.”
Yüzlerce mektup yazılır; hem baba Aziz Nesin tarafından hem de oğul Ali Nesin’ den.,
Baba oğulun derslerini sorar, para durumunu öğrenip ona para gönderir, bu arada yaşanılan olaylarla ilgili görüşlerini Ali’ ye anlatır, iki arkadaş gibi…
1981’ de yazılan bir mektup ta şöyle:
Benim Oğlum, Canım Oğlum, Ali’ m Oğlum,
“… iki mektubunu aynı gün aldım. Kendi başarılarıma bu kadar sevinmedim hiç. Demek oğulun başarısı babayı daha çok sevindiriyor. Sevincimden ağladım.”
Hey koca Usta!…
Her baba gibi yüreği yufka Usta…
Gördünüz mü, kimi mektuplar insanın içini yakıyor..
Kimisi sevinçli bir telaşın izini taşıyor.
Tıpkı hayat gibi; iyiler, kötüler…
Hep yan yana, içiçe..
Bizim gönlümüz?
Babaların yüreğinin yanmamasından yana …
Salim Ustam, kalemine sağlık. Ben boşuna sana yaz, durma yaz demiyorum. Anlıyorsun değil mi? Gözlerinden öperim…