Bundan tam 23 yıl önce, düşün ve sanat dünyamız çok yönlü ve çok değerli bir ustasını daha yitirmişti…
Yazar, eleştirmen, çevirmen, belgesel film yönetmeni ve öğretim üyesi Adnan Benk, 19 Ocak 1998’de ayrılmıştı aramızdan…
Adnan Benk, kendini yalnızca yazın alanıyla sınırlamış tek boyutlu bir eleştirmen değildi. Sinema, tiyatro, müzik, resim gibi, her biri ayrı bir uzmanlık gerektiren değişik sanat dallarında da derinliğine bilgi birikimi olan seçkin bir aydınımızdı.
Emek verdiği cilt cilt ansiklopedilere, özgün sinema ürünlerine, özenli çevirilere ve çok sayıdaki eleştiri yazısına karşın, bu verimli kültür emekçisini genç kuşakların yeterince tanıdığından kuşkuluyum. Belki Adnan Benk adını hiç duymamış olanların sayısı da az değildir ülkemizde. Nitekim medyanın ilgisizliği bunu gösteriyordu…
* * *
Benk’in ölüm haberini Cumhuriyet’te okuduktan sonra, ertesi gün gazetelerde çıkacak yazıları boş yere bekledim. Kimse söz etmemişti ondan!
Televizyonlar ise kendi dünyalarındaydı…
O gece, babası bakanlık yapmış içkili bir sürücünün trafik polisiyle kovalamacası ve “Saadet Zinciri”ni yakalamış uyanık bir kuaförün çılgın yaş günü partisinden renkli görüntüler doldurmuştu ana haber bültenlerini…
Doğaldır ki bu “önemli” haberler arasında Adnan Benk’in ölümüne yer yoktu!
Sanata, yazına, ekine adanmış 76 yıllık “içerikli ve nitelikli” bir yaşamdan küçücük bir iz bile yansımadı ekranlara…
Ali Kırca’lar, Reha Muhtar’lar, Hakan Aygün’ler, Gülgün Feyman’lar, Serap Ezgü’ler hiç anmadılar adını haber bültenlerinde…
Hani insanın, “Fena adam da sayılmazdı / Yazık oldu Süleyman Efendi’ye” diyesi geliyor…
* * *
Ben Adnan Benk’i, 1960 öncesinde Dünya gazetesinin ikinci sayfasında çıkan zehir zemberek eleştirileriyle tanıyıp sevmiştim.
Onun yazıları, özümsenmiş bir kültürün, zengin bir donanımın ve keskin bir zekânın ürünüydü…
Kılı kırk yaran acımasız eleştirileriyle Adnan Benk, o yıllarda sanatçıların adeta “korkulu rüya”sıydı!
Daha sonra bu misyonu, yazın dünyamızda belli ölçülerde Fethi Naci üstlendi.
* * *
Adnan Benk’in bendeki ilk fotoğrafı ise hayli hüzünlüdür.
27 Mayıs’ın ilk yıllarıydı. 1962 olmalı. Adnan Benk, o sıralar İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Fransız Filolojisi’nde doçentti. Bir yandan üniversitede öğretim üyesi olarak çalışırken bir yandan da yazarlık uğraşını sürdürüyor; Dünya gazetesinin yanı sıra, Şükran Kurdakul’un çıkardığı Ataç dergisinde yazıyordu.
O günlerde Fransız eleştirmen Gaétan Picon’dan yaptığı bir çeviri Ataç dergisinde yayımlanınca, Adnan Benk, Türk Ceza Yasası’nın ünlü 142. maddesine takıldı ve İstanbul Basın Savcısı’nın isteği üzerine tutuklanarak apar topar cezaevine gönderildi.
Doç. Adnan Benk’e yöneltilen suçlama, o tarihlerde insanlara hayli ürkütücü gelen “komünizm propagandası”ydı…
Adnan Benk’in İstanbul Adliyesi’ne götürülüşünü hiç unutamam… “Özgürlük Bayramı” ilan ettiğimiz “27 Mayıs Devrimi”nden sonra bileklerine kelepçe vurularak mahkemeye götürülen ilk öğretim üyesi ve yazardı o…
Cumhuriyet gazetesinde Adnan Benk’in kelepçeli fotoğrafını gördüğümde gözlerime inanamamıştım…
Olayın yankıları büyük oldu.
Yazarlar, sanatçılar, öğretim üyeleri, hukukçular bu ilkelliği protesto ettiler.
Adnan Benk kısa sürede aklanarak cezaevinden çıktı.
Ama o fotoğraf benim belleğimden hiç çıkmadı!
Yaşamım boyunca iki fotoğraftan çok etkilenmiştim. Daha doğrusu, iki “utanç fotoğrafı”ndan…
Biri, 59 yıl önce Doç. Adnan Benk’in İstanbul Adliyesi’nde çekilmiş kelepçeli fotoğrafıdır.
Öteki ise 12 Mart sonrasında tutuklanan gazeteci Turhan Dilligil’i, sayrılarevindeki tutuklu koğuşunda ayağından zincirle karyolasına bağlanmış olarak gösteren fotoğraf…
Kadere bakın ki yıllar sonra Adımlar dergisinin Ankara Bürosu’nu basan polisler, beni de bir gece yarısı “arama yapmak” için kelepçeli götürmüşlerdi evime!
* * *
Adnan Benk, 1922 yılında Paris’te doğmuş, Saint Joseph Fransız Lisesi’ni ve
İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’ni bitirmişti. 1950’de doktorasını vermiş, 1954’te doçent olmuştu. 12 Eylül’ün YÖK düzenine katlanamadığı için 1982 yılında kendi isteğiyle üniversiteden ayrılmıştı. Anadili gibi Fransızca bilirdi. Balzac’tan, Valéry’den, Sartre’dan, Salinger’den çeviriler yapmış; çok sayıda makaleye imza atmıştı. Ayrıca çeşitli ansiklopedilere yazar ve çevirmen olarak yıllarca emek vermişti.
O, sıradışı her aydın gibi biraz “aykırı” bir insandı; kalıplaşmış değer yargılarını sürekli sorgulayarak yazınımıza yeni bakış açıları kazandırmaya çalışmıştı.
Eleştiride yeni bir “ekol”dü.
Nurullah Ataç’ın “öznel-izlenimci” yönteminden de Hüseyin Cöntürk’ün “yapısalcı” çizgisinden de ayrıydı onun eleştiri anlayışı.
Adnan Benk, yaşamı boyunca eleştiriyi bilimsel ve nesnel bir temele oturtmak için uğraştı; özellikle 1980’lerde çıkardığı Çağdaş Eleştiri dergisindeki yazılarıyla eleştiri kuramını zenginleştirdi.
* * *
Adnan Benk, Türkiye’nin düşün ve sanat doruklarından biridir.
Bu çapta bir yazarın son yıllarında yazı dünyasından uzak durarak bir köşede sessiz-suskun kalmasını anlamak kolay değildi.
Belli ki yaratıcı düşüncenin önemini yitirdiği, görselliğin ve yüzeyselliğin ağır bastığı günümüzde; bu özgün eleştirmenimiz, yazıya inancını yitirmişti.
Onunla ilk ve son karşılaşmamız, 1995 yılı 2 Temmuz’unda, Edebiyatçılar Derneği’nin “Onur Ödülü ve Altın Madalya” töreninde oldu.
Kasıntılı bir adam bekliyordum…
Oysa tam tersine, alçakgönüllü, neşeli ve esprili bir insan çıktı karşıma.
O gece Şinasi Sahnesi’nin fuayesinde verilen kokteylde kırk yıllık dost gibi söyleştik.
Adnan Benk’e, belleğimden hiç silinmemiş o hüzünlü fotoğraftan söz ettim.
Gülümsedi.
Artık çok uzaklarda kalmış bir anıydı onun için…
O geceden sonra belleğimdeki hüzünlü fotoğraf; sıcak bakışlı, içten gülüşlü, hoşsohbet, çelebi bir insanın portresiyle yer değiştirmişti…
Ne yazık ki topu topu iki buçuk yıl sürdü Adnan Benk’in bendeki gülümsemesi.
Ardından yine “Elde var hüzün”…
Adnan Benk; yetkin çevirileri, usta işi denemeleri ve belleklerde iz bırakmış eleştirileriyle yaşayacak…
Çok doğru: Adnan Benk’in eleştirisinden hepimiz korkardı. Fakat haksızlık yaptığını kimse söyleyemezdi.
Çok donanımlı ve de özgüveni yüksek bir eleştirmendi. Sorularıyla Yaşar Kemal’i de sıkıştırdığını anımsıyorum.