- Yaşar Kemal’li Anılar - 12 Şubat 2023
- ÖLÜMÜ BEKLERKEN… - 19 Temmuz 2021
- BİTMEMİŞ BİR DAVA: SİVAS KIYIMI - 5 Temmuz 2021
Herkesin nasıl değişik bir “Temel” tanımı varsa benim de kendi “Fadime”lerim var!
Sokaktaki sıradan insana, “Fadime kimdir?” diye soracak olsanız, alacağınız en kestirme yanıt, büyük olasılıkla “Temel’in karısı” olacaktır.
Sokağın algısında “Fadime” imgesinin karşılığı budur.
Sanal ortamda dolaşan “Ofli Hoca” fıkraları gibi, “Fadime” esprileri de çoktandır “belden aşağı” kaba bir cinselliğin iç gıcıklayıcı öyküleri olarak sunuluyor.
Küresel dünyamızda her şey kirleniyor. Hiçbir şey özgün yapısını, saflığını, arı duru temizliğini koruyamıyor. Fadime’ler de bu kirlenmeden payına düşeni alıyor. Fıkra kahramanları ve türkü sözleri bile “piyasa”nın isterlerine göre yeniden yaratılıp üretiliyor.
Nedense erkeklerin dünyasında “Fadime”, hep kösnüllük çağrıştıran “allı ballı” bir güzellik nesnesidir:
“Al Fadime, bal Fadime / Yanakları gül Fadime”…
Dillerden düşmeyen “hit” türkülerde bile az buçuk aynı eğilimin izlerini görebiliyoruz:
“Oy Fadimem Fadimem, ne da güzel adun var / Eskiden sevdan idi, şimdi baldan tadun var”…
Günümüz koşullarında “kadın” olgusu tümüyle cinsellik boyutuyla algılanınca, “Fadime”nin kimliği de kaçınılmaz olarak bu “yeni” anlayışa göre yorumlanıyor.
Sözün kısası, tüketim çağının gereklerine uygun bir “postmodern Fadime” imgesiyle karşı karşıyayız…
Oysa benim Fadime’lerim hâlâ geleneksel, hatta otantik özelliklerini inatla koruyorlar.
Onlar yozlaşmaya, kimliksizleşmeye, yabancılaşmaya direniyorlar.
Benim Fadime’lerim hâlâ çalışkan, üretken, direngen Karadeniz kadınlarıdır.
Onlar öncelikle emekçidir.
Tarlada sapanda, tepede yamaçta, bahçede çapada hep onlar vardır.
Ekip biçen, harmanı kaldıran, evi çekip çeviren de onlardır.
“Destanımızda yalnız onların maceraları vardır.”
Özcesi, benim “Fadime”lerim insandır; yoldaştır, yavukludur, eştir, anadır.
Yaşamın anlamı, sevginin kaynağı, sofranın bereketi, dirlik ve düzenin temel direğidir onlar…
Günümüzün okumuş, meslek sahibi olmuş, ama toplumsal sorumluluklarından kopmamış Karadeniz kökenli kadınlarını da aynı küme içinde değerlendiriyorum ben. Saksıda süs bitkisi olmak yerine çetin bir coğrafyada kardelen olmayı seçmişlerdir çünkü. Tıpkı bir dönem Trabzon Devrim Ocağı’nda sorumluluk üstlenmiş öncü kadınlar, çağdaş “Fadime”ler gibi…
TRABZON DEVRİM OCAĞI’NIN ÖYKÜSÜ
Trabzon Devrim Ocağı, 2 Mart 1962’de kuruldu. Örgütün kuruluş tarihi gerçekte daha eskiye dayanır. 1950’de özgürlük söylemiyle işbaşına gelip kısa sürede tek parti diktatörlüğüne dönüşen baskıcı Demokrat Parti iktidarının 27 Mayıs 1960’ta askersel müdahaleyle devrilmesinin ardından, Trabzon’daki devrimci gençler birleşerek Devrimciler Derneği’ni kurdular. Derneğin kurucuları arasında kimler vardı? Ümran Baran’la benim dışımda, şimdi adlarını anımsayabildiklerim şunlar: Yusuf Kâtipoğlu, Zafer Koç, Süleyman Aytekin, Muharrem Arz, Özcan Caner, Nizamettin Kaya, Taner Kaptanoğlu, Şahabettin Bayçelebi, Sami Akbulut, Kenan Üçüncüoğlu…
Daha sonraki yıllarda Türkiye İşçi Partisi’nin Trabzon’da örgütlenmesinde de bu çevreden gelen gençlerin önemli payı olduğunu belirtmeliyim.
Başlangıçta “61 Anayasası”nın getirdiklerini geniş kesimlere anlatmak için yola çıkan Trabzon Devrimciler Derneği, halkoylaması öncesinde kasabalarda ve köy kahvelerinde düzenlediği yığınsal toplantılarla güçlü bir taban oluşturdu. Çok geçmeden, başında saygın bilim insanı ve 1961 Anayasası’nın mimarlarından Prof. Dr. Tarık Zafer Tunaya’nın bulunduğu Türk Devrim Ocakları’ndan birleşme çağrısı gelince, 1960 yılında yerel bir örgüt olarak kurulan Trabzon Devrimciler Derneği, 2 Mart 1962’de bu kuruluşun Trabzon şubesine dönüştürüldü.
Henüz “demokratik kitle örgütü” ya da “sivil toplum kuruluşu” gibi kavramların siyasal literatüre girmediği bir dönemde, Devrim Ocağı’nın Trabzon’daki çalışmaları gerçekten göz kamaştırıcıydı.
“Kardeş köy” uygulamaları, yetişkinler için okuma yazma kursları, kitaplık kampanyaları, yol yapım çalışmaları, köylerde tiyatro ve eğitici film gösterileri, dizi konferanslar, derneğin “toplum kalkınması” çerçevesindeki başlıca etkinlikleriydi. Dernek üyeleri sürekli olarak okullarda, kahvelerde ve evlerde çalışarak köy halkıyla sıcak ilişkiler kurdular. Aynı dönemde Şemsi Belli’nin ünlü “Anayaso” şiirini ülke gündemine sokan ve Hakkâri’de Zap Suyu’na köprü yapılması için devrimci gençliği seferber eden de yine Trabzon Devrim Ocağı olmuştur. İlde yöneticilik yapan üst düzey kamu görevlileriyle uyum ve eşgüdüm içinde sürdürülen bu çalışmalar sonucunda pek çok köy okuluna hizmet götürme olanağı sağlanmıştır. Bu bağlamda, Maçka’nın Kapıköy ve Sevinç, Arsin’in Elmaalan, Araklı’nın Tosunlu, Beşikdüzü’nün Kutluca, Vakfıkebir’in Sinanlı köylerindeki çalışmalarımızı sayabilirim. Ayrıca, Karadeniz Teknik Üniversitesi Tiyatro Kulübü’yle işbirliği sonucu, tiyatro alanında önemli bir atılımı gerçekleştirdik ve Oyun dergisinin “Her Yer Tiyatrodur” kampanyasına katılarak Trabzon’un hiç tiyatro görmemiş yedi ilçesinden seçtiğimiz yedi ayrı köy meydanında Cahit Atay’ın “Pusuda” adlı oyununu başarıyla sergiledik. Bu etkinlik sırasında “gerçek tiyatro”yla ilk kez tanışan dağ köylülerinin sevinci, daha sonra çeşitli gazetelerin ve dergilerin haberlerine, röportajlarına konu oldu.
Aradan kırk yılı aşkın bir süre geçmiş olmasına karşın, Trabzon Devrim Ocağı ile ilgili anılarım, belleğimdeki tazeliğini koruyor. Sözgelimi, Kapıköy İlkokulu’nun kendi ellerimizle düzenlediğimiz bahçesinde, sonradan TÖB-DER Genel Başkanlığı’nı üstlenecek olan sevgili dostumuz Gültekin Gazioğlu ile neşeli bir ortamda voleybol oynayışımızı şimdi buruk bir yürekle anımsıyorum.
Trabzon Devrim Ocağı, dönemin görece demokratik siyasal ortamında, ildeki aydın ve sanatçıların yanı sıra bürokratların da çekincesiz destek verdiği bir merkeze dönüşmüştü. Derneğin, öncü ve yol açıcı çalışmalarda zaman zaman Genel Merkez’in bile önüne geçtiği oluyordu. Nitekim Genel Başkan Prof. Dr. Tarık Zafer Tunaya da bu gerçeği kabul etmiş ve Kurultay konuşmalarından birinde, delegelerin eleştirilerini yanıtlarken şöyle demişti:
“Ne yapalım, biz bu kadar çalışabildik. Mümkün olsa da Trabzon Devrim Ocağı’nın başarılı yöneticileri gelip burada Yönetim Kurulu’nu ele alsalar, sanırım sizler Kurultay’da o zaman eleştiri yerine yalnızca övücü konuşmalar yapar, onları kutlardınız!”
Kültür ve sanat çalışmalarında başı çeken Trabzon Devrim Ocağı, yayın etkinliklerinin de adresi durumundaydı. Bir bakıma, kapatılmış halkevlerinin özgörevini (misyonunu) üstlenmiş gibiydik. Ülke çapında yürüttüğümüz kampanya ile Dernek merkezindeki kütüphanemiz için kısa sürede bine yakın kitap toplamıştık. Diyebilirim ki dönemin Trabzon’daki genç yetenekleri; tüm yazar, çizer ve ressam adayları Devrim Ocağı çevresinde toplanmışlardı. Daha sonraları adlarını Türkiye genelinde duyuracak olan Ümran Baran, Rasim Şimşek, Haydar Kenen Gedikoğlu, Öner Ciravoğlu, Raif Özben, Alâettin Bahçekapılı, Mustafa Duman, Yusuf Kâtipoğlu, Süleyman Saim Tekcan, o günlerden şimdi adlarını bir çırpıda anımsayabildiğim değerlerimizdir.
“BAYRAK KADIN” GÜNEŞ EYUBOĞLU
Trabzon Devrimciler Derneği’nin kurucuları arasında ne yazık ki kadın yoktu. Ama daha sonraki Devrim Ocağı’nda sorumluluk üstlenen “Fadime”lerin katkısı göz ardı edilemez. Kadın arkadaşların aramıza katılmasıyla, yöreye özgü pek çok engeli aşma ve doğrudan evlerin içine girme olanağına kavuştuk. Bu bağlamda benim “Fadime”lerim arasında ayrı bir yeri olan Güneş Eyuboğlu’ndan özellikle söz etmem gerekiyor…
Trabzon’un köklü ailelerinden birinin kızı olan Güneş Eyuboğlu, Ziraat Yüksek Mühendisiydi. Onun aramıza katılmasıyla Trabzon Devrim Ocağı’nın çalışmaları başka bir boyut kazandı. Güneş Hanım, tümüyle erkeklerden oluşan Yönetim Kurulu’nda “kadın başkan” olarak önemli başarılara imza attı. Trabzon Devrim Ocağı, onun başkanlığı döneminde temel bir eksikliğini gidererek kadınların dünyasına açılma olanağını buldu. Böylece köylerde kadınlara yönelik eğitici çalışmaları daha kolaylıkla gerçekleştirebildik. Bu çalışmalar çok geçmeden uluslararası kuruluşların da ilgisini çekti. BM’nin tarım ve eğitim uzmanları Kapıköy’e giderek çalışmaları yerinde incelediler.
Yönetim Kurulu’nun erkek üyeleri, Güneş Eyuboğlu’nun özverili çalışmalarından çok etkilenmişlerdi. Ben de 2 Mart 1966 tarihli Devrim Ocağı gazetesinde yazdığım “Bayrak Kadın” başlıklı yazıyla kendisine gönül borcumuzu ödemeye çalışmıştım. Yazıda şöyle diyordum:
“Atatürk’ün kafes arkasından yeryüzü aydınlığına çıkardığı Türk kadını, erkeklerle eşit haklar elde etmiş olmasına karşın hâlâ üzerindeki ölü toprağını silkip atamamış, toplumdaki gerçek yerini bulmak için bilinçli bir ‘uyanış çağı’na girememiştir. Kurtuluş Savaşı’nda cephede erkeğiyle omuz omuza çarpışan Anadolu kadınının büyüklüğü yanında, bugünkü aydın kadınlarımızın yurt sorunlarından böylesine habersiz bir yaşantı çizgisini inatla sürdürmeleri, geleceğimiz adına hiç de iç açıcı bir durum değildir. Günümüzün modern kadını, bugünkü mutlu durumunu dünün eli öpülesi analarının büyük özverilerine borçlu olduğunu nasıl düşünmez ve yüzyılların kötü yazgısını değiştiremediği o mutsuz yığınları, ‘küfeli melekler’i kendi yaşam çizgisine ulaştırmak için bir çaba göstermez?
Çok şükür ki düşündükçe içimizi karartan bu karanlık tablonun üstüne cılız da ışığını düşürmeye çalışan aydın kadınlarımız, yiğit kadınlarımız, yürekli kadınlarımız da var! Biz o adsız kahramanların varlığıyla kendimizi avutmaya çalışıyoruz. İşte bu kahraman kadınlarımızdan biri de hemcinslerinin suçunu hafifletmek için kendini topluma adayan Trabzon Devrim Ocağı Başkanı Sayın Güneş Eyuboğlu’dur.
Kolejlisinden üniversitelisine sayısız ‘okumuş kadın’ımızın gününü gün ettiği şu kıyı kentinde bir kadın, yalnızca bir kadın, çağının sorumunu omzunda, halkın acısını içinde taşıyarak, yaz kış demeden, gece gündüz demeden, hafta tatillerini sebil ederek yayan yapıldak köy yollarına düşmüş, çilekeş kadınlarımızla haşir neşir olmuş, onların sorunlarına dost ellerini, bilgili kafasını, sıcak yüreğini uzatmış ve bunları yaparken çevrenin bağnazlığına, tutuculuğuna bakıp ‘acaba elâlem ne der?’ gibisinden bir kuşkuya, kaypaklığa kapılmamış. Devrimci bir tutumla çevrenin koşullarını, olanaklarını zorlamış, yaptığı işin yüceliğini kavramış, inancının bilincine varmış… Şimdi o ‘bayrak kadın’, dalga dalga ışık taşıdığı karanlık yurt köşelerinde bir ‘cins’in erdemini, onurunu ayakta tutuyor…”
Güneş Eyuboğlu, Trabzon Devrim Ocağı’ndaki çalışmalarıyla herkesin saygısını kazandı; çevrede “örnek cumhuriyet kadını” olarak tanındı. Benim gönlümdeki “Karadenizli yurtsever kadın” imgesini ete kemiğe büründüren, “Fadime” kimliğinin içini dolduran ilk örnek oydu. Sonraları onun açtığı yoldan başka kadınlar da katıldı Trabzon’daki bu zorlu savaşa…
FADİME’LER ATATÜRK İÇİN NÖBETTE
Bizim tek “kardeş köy”ümüz Kapıköy değildi. Buradaki çalışmalarımızı duyan başka köyler de bizden yardım istemeye başlamışlardı. Sınırlı olanaklarımızla istekleri karşılamakta zorlanıyorduk. Devrim Ocağı Yönetim Kurulu üyemiz Ömer Güner, aynı zamanda Toprak İskân Müdürü’ydü. Onun yardımıyla devletin araç-gereç gibi olanaklarından yararlanmaya başlamıştık. Ömer Güner’in varlığı, Devrim Ocağı ile ildeki kamu görevlileri arasında verimli bir işbirliği gerçekleştirmemizi kolaylaştırıyordu.
1966 yılında, Beşikdüzü’ne bağlı Kutluca Köyü’nü de “kardeş köy” uygulamalarımızın içine aldık. Artık hafta sonlarımızı tümüyle köylerde geçiriyorduk. “Köy kalkınması”nı yurt kalkınmasının ilk basamağı sayan bir anlayışla çalışmalarımızı aralıksız sürdürüyorduk.
Kutlucalılar, köy camisinin bulunduğu alana Atatürk’ün bir büstünü dikmek istiyorlardı. Kısa sürede gerekli çalışmalar yapıldı ve Deniz Kuvvetleri’nin Gölcük tersanesinde dökülen büst köye getirildi.
Bu arada anıtın kaidesi tamamlanmış, çevre düzenlenmesi yapılmıştı. Şimdi iş açılışa kalmıştı. Sonunda tören günü geldi çattı. Köylüler çok heyecanlıydı. İlin üst düzey yöneticilerinin yanı sıra çevre ilçelerden ve köylerden de çok sayıda konuk gelmiş, toplantı şölene dönüşmüştü.
Tören sırasında yerel giysileri içindeki dört kadının, ellerinde Atatürk’ün fotoğraflarıyla anıtın önünde nöbet tutmaları herkesi duygulandırmıştı. Peştamallı ve ak yazmalı Fadime’ler, o gün Atatürk’e saygı duruşu için sıraya girmişlerdi. Bu görüntüler basına yansıyınca büyük ilgi gördü. Gazetelerdeki fotoğraflardan çok etkilenen Türk Kadınlar Birliği Genel Başkanı Günseli Özkaya, Kutluca’nın Atatürkçü Fadime’lerini ödüllendirmek için kendilerine derneğin birer altın madalyasını armağan etti. (Türkiye kadın hareketinin öncülerinden olan Günseli Özkaya’yı 1 Aralık 2020 günü Ankara’da yitirmiş bulunuyoruz.)
Kapıköy ve Kutluca’da yaşanan gelişmeler, kısa sürede ilçe sınırlarının dışına taştı. Ulusal basın, köylerde yürütülen çalışmalara yer verdi. TRT de konuyla yakından ilgilendi, merkezden bir muhabirini Kutluca’ya göndererek köylülerle röportaj gerçekleştirdi.
Bu başarıların ardından vali, vali yardımcıları, daire müdürleri, komutanlar, yerel yöneticiler de köy gezilerimize katılmaya başladılar. Trabzon Devrim Ocağı’nın etkinliklerinde görünmek, il yöneticileri için artık bir “prestij” konusuydu!
ÇAĞDAŞ FADİME’LER
Daha sonraları aramıza katılan kadın arkadaşlardan biri de Gökçen Sürat’tı. Gökçen Hanım, Trabzon’a geçici görevle gelmiş genç bir mühendisti. Önceleri “gözlemci” olarak aramızdaydı. Ama Devrim Ocağı’ndaki arkadaşların imece coşkusunu, özverisini, dayanışmasını görünce dayanamadı, kendini birden dernek etkinliklerinin içinde buldu! Trabzon’daki görev süresi uzayınca, Devrim Ocağı’nda Başkan Yardımcılığı bile yaptı. Alçakgönüllü ama bilinçli bir devrimciydi. Derneğin yayın organına yazdığı bir yazıda şöyle demişti:
“Atatürk devrimlerinin toplumsal ve ekonomik özünü ihmal ettiğimiz sürece, biçimsel devrimcilikten, gardırop Atatürkçülüğü’nden kurtulamayız. Böyle yüzeysel bir anlayış, bizi giderek gerçek devrimcilikten uzaklaştırır. Devrim Ocağı çatısı altında toplananlar, halktan yana, ulusal bağımsızlıktan yana bir savaşın öncüleri olmalıdırlar.” (Devrim Ocağı gazetesi, 2 Mart 1967).
Gökçen Sürat, aynı zamanda Türk sanat müziği tutkunuydu. Sesi de çok güzeldi. Devrim Ocağı’nın çeşitli etkinliklerinde sahneye çıktı, şarkılar okudu, yıldızlaştı; yüreklerde unutulmaz izler bıraktı…
Yine bir etkinlikteydik ve Gökçen Hanım sahnedeydi. Sözlerini Ümit Yaşar Oğuzcan’ın yazdığı, Avni Anıl’ın nihavent şarkısı “Ağla gitar, çal gitar”ı profesyonellere taş çıkartan bir başarıyla yorumlamıştı. Şarkının sözleri hâlâ kulaklarımda:
“İçimde nice uzun yılların özlemi var. / Bu gece efkârlıyım, ağla gitar, çal gitar. / Bitmesin bu sarhoşluk, sürsün sabaha kadar / Bu gece efkârlıyım, ağla gitar, çal gitar.”
O gece hepimiz kendimizi şarkının büyüsüne kaptırmış, başka dünyalara yelken açmıştık! Gökçen Sürat, sahnede “son sürat” uçuyor, herkesi de ardı sıra uçuruyordu sanki!
Aradan yıllar geçmiş, her birimiz bir yana savrulmuştuk. Ülkemizin yaşadığı karanlık dönemlerde bu arkadaşlarımızla ilişkimiz hepten kesilmişti. Ama Trabzon Devrim Ocağı’nın yarattığı dostluk bağları ne denli güçlüymüş ki aradan kırk yıl geçtikten sonra, Gökçen Sürat, 2007’nin Şubat ayında Ankara’daki “Her Yönüyle Trabzon” etkinliğinde gelip buldu beni! Hem de Trabzon’da tanışıp evlendiği eşiyle! O gün yaşadığım sevinci anlatamam…
ÖNCÜ KADINLARIMIZ
Aslında Trabzon’un toplumsal tarihinde yer alan öncü kadınların sayısı azımsanmayacak düzeydedir. Sözgelimi Divan Edebiyatı’na adlarını yazdıran Saniye Hanım (1836-1905), Fıtnat Hanım (1842-1911), Mahşah Hanım (1864-1933) da bunlar arasındadır. Dönemin baskıcı, tutucu koşullarına karşın bu öncü kadınlarımız erkekler arasından sıyrılarak yazın ve müzik alanında önemli yapıtlar vermeyi başarmışlardır.
Cumhuriyet döneminde ise doğrudan “kadın hakları” için savaşım veren öncü kadınlarımızın yürekli çıkışlarına tanık oluyoruz. Örneğin, “Trabzon’un Halide Edip’i” olarak anılan Süreyya Hulusi Hanım, Cumhuriyetin ilk yıllarında verdiği konferanslarda, kadınların seçme ve seçilme hakkını savunuyor, toplumsal gelişmede bu kesimin yaşamsal rolünü bıkıp usanmadan anlatmaya çalışıyordu. Nitekim Meclis’te seçim yasaları üstüne tartışmalar sürerken, Süreyya Hulusi Hanım kadının siyasal haklarının verilmesi konusunda 1926 yılında Trabzon Türk Ocağı’nda yaptığı konuşmada şöyle diyordu:
“Türk kadını tarihte siyasal rol oynamıştır. Kadın kendi benliğini idrak eder, iktisadi sahada etki sahibi olursa, neden memleket işlerinde geri kalsın? Herkes ondan vatan dersi alır da, niçin o vatan idaresi ve mukadderatı söz konusu olduğu zaman ihmal edilmiş bir durumda bırakılır? Vatanda tüten ilk ocak eğer kadın parmağıyla tutuşmuşsa ve eğer vatan o ocakların müşterek bir ifadesi ise, öyle zannediyorum ki vatan ve kadın, yekdiğerinden ayrılmayan iki mefhum teşkil ederler…” (Türk Yurdu, C. III, Numara: 16, Şubat 1926, s. 459)
* * *
Kuşku yok ki Kurtuluş Savaşı’nın Kara Fatma’ları, Satı Kadın’ları, Süreyya Hulusi Hanım’larıyla Cumhuriyet Devrimi’nin Güneş’leri, Gökçen’leri aynı kökten, aynı soylu damardan geliyorlar!
İşte benim gerçek Fadime’lerim onlardır!
Hepsine selam olsun!