Aykırı Bir Kalem: Jose Saramago
Aydoğan Yavaşlı
Portekizli yazar J. Saramago, bundan 10 yıl önce, 18 Haziran 2010 yılında aramızda ayrıldı. 1998’de Nobel Edebiyat Ödülü’nü alan Saramago, din konusundaki aykırı görüşleri nedeniyle Portekiz Hükümetleri tarafından sık sık sansürlenince Kanarya Adaları’nda Lanzarote’ye yerleşmiş ve yaşamının sonuna kadar orada yaşamıştır.
Sevgili eşi Pilar Del Rio, Saramago’nun 1940-1950 yılları arasında yazdığı ve zaman içinde kaybolduktan yıllar sonra bulunan Çatıdaki Pencere adlı romanının “Saramago’ya giriş kapısı” olduğunu belirtir. Yine eşinin dediğine bakılırsa Saramago, her şeyin farklı biçimlerde anlatılabileceğine dikkat çekmiştir. Nitekim “giriş kapısı” olarak tanımlanan Çatıdaki Pencere’deki anlatım, yazarın diğer kitaplarındaki anlatıma birçok yönden benzemez. Kabil’de, İsa’ya Göre İncil’de, Filin Yolculuğu’nda, Mağara’da, Ölüm Bir Varmış Bir Yokmuş’ta, Ölümlü Nesneler’de, Mızraklar Tüfekler’de, Ressamın Günlüğü’nde, Kopyalanmış Adam’da, Görmek’te ve Körlük’te karşımıza çıkan anlatım, sözdizimi, noktalama işaretleri bambaşkadır. Yazar, sanki böyle yapmakla alttan alta özel bir “Saramago okurları” kurmak istemiş gibidir. (Hadi abartmış olayım: Bize sanki “Okuduklarınızdan keyif almak istiyorsanız bu üsluba ve yazıma alışın,” demektedir.)
Fakat Saramago’yu kendi yapan, başka bir deyişle okurlarını kendine hayran bıraktıran, onun bir “kaos yazarı” olması ve karmaşalarda bile ancak çok dikkatli okurların fark edebileceği ironiden vazgeçmemesidir. Hemen bütün romanlarında tıpkı Alfred Hitchcock’un filmlerinde yaptığı gibi, satır aralarından okurunu izler. Cesur olup “daha”sını söyleyelim: Satır aralarından okurunun yaptığı ironiye verdiği tepkisi ölçer.
Saramago’nun bir başka özelliği de, okurlarıyla konuşmasıdır. Bazen yazmakta olduğu metnin bir yerinde araya girip okurlarına yaşam, aşk ya da benzer başka konularda düşündüklerini anlatır. Fakat bunu öyle büyük bir ustalıkla yapar ki, okur, yapılanı kesinlikle yadırgamaz; tersine, okuduğu metne bizzat kendi yedirir. Araya girişlerinde okurlarına yönelik kaba bir yönlendirmenin izine rastlayamazsınız.
Saramago’nun ülkemizde (belki büyük ölçüde politik yönsemelerin de etkisiyle) en çok tanınan ve önerilen kitaplarının başında Körlük ve Görmek gelir. Görmek’te konu edilen, bir seçim günüdür. Seçmenlerin yüzde seksen beşi sandığa gelmeyip oy kullanmayınca ortalık birden karışır. Saramago işte tam de burada bürokrasi ve otoriteyle ince ince dalgasını geçer. Hitchcock gibi, kıyıdaki bir masadan hem bütün olan biteni izler, hem görünmez sihirli bir el gibi her şeyi yönetir.
Körlük’te ise okuru epey geren fantastik bir kargaşa hâkimdir. Bilinmez bir ülkenin bilinmez bir kentinde bir doktor evine dönerken trafikte kırmızı ışığa yakalanır, yeşil ışığı beklerken aniden kör olur. Olaylar o andan sonra hızlanır. Körlük, adım adım bütün kenti tutsak alır. Yöneticiler, körlük hastalığına tutulanları özel bir yerde karantinaya alırlar. O karantina günlerinde insanların birbirleri üzerinde iktidar kurmak için yaptıkları, gerçekten çok acı ve düşündürücüdür.
Haksızlık etmemek için Saramago’nun Ölümlü Nesneler’deki Sandalye adlı öyküsünü hayranlıkla okuduğumu söylemek isterim. Çünkü Sandalye, bildiğimiz bir sandalye olmanın ötesinde “diktatörlükteki kader değiştirici önemi”yle hayranlık uyandırıcıdır. Öte yandan Mağara adlı romanına da ilginizi çekmek isterim. Book Magazine, Mağara için, “Hayatta kalma mücadelesi veren sıradan insanlara heyecanlı, muhteşem yazılmış, son derece büyüleyici, eski moda denilebilecek kadar romantik, yer yer de çarpıcı bir bakış,” diyor. AVM çılgınlığının pek revaçta olduğu şu sıralar Mağara, “sıcak masalsı anlatısı ve sempatik karakterleri”yle gerçekten harika bir eleştiriyi barındırıyor.
Paylaşım linki: https://www.imgelem.com.tr/aykiri-bir-kalem-jose-saramago/