Yağmur dalgaları, dalgalar yağmurları dövüyordu. Gökyüzü vahşi bir ölü gibiydi. Gri, solgun, ama şiddetli… Dayanamıyordu. Kapkara gözleri dalmıştı azgın sulara. İstiyordu işte, sadece ve sadece istiyordu. Dalgaların altı sessiz miydi? Durgun muydu? Merak ediyordu. Yaklaştı ve yaklaştı. Rüzgâr kokuyordu, yağmur ile birlikte saçlarını karıştırıyordu… Gözlerini kapatıp kollarını açtı ve… Aşağı doğru uçtu. Teknenin pruvasından masmavi bir perdeyi aralamak istercesine attı kendini suya.
Önce ürkütücü bir su sesi, sonra… Sonra yağmur boğuldu, rüzgâr boğuldu, dalgalar boğuldu… Kulakları tıkandı, bedeni titredi. Soğuktu ilk başta. Çok soğuk… Ardından birdenbire ısındı vücudu. Sanki zaman durmuş, duyuları kaybolmuş gibiydi. Sadece uçtuğunu hissediyordu. Yavaşça, ağır ağır… Büyük bir hevesle gözlerini açtı. Yerçekimi yoktu, kural yoktu, gürültü, koku yoktu… Sadece varlığı vardı, boşlukta kapladığı yer… Bir de mavi… Sonsuz bir mavi, ıssız, çizgisiz, laf dinlemez…
Kendini hissedebildiği zaman soluk aldı. Ciğerlerinden gelmeyen; ruhundan, benliğinden, kalbinden gelen o soluğu… Yaşadığını hissetti, bir defa daha, bir defa daha nefes aldı. Sonunda parmak uçlarını da kıpırdattı. Hatta adeta dans ettirdi. Sonra kollarını, bacaklarını… İnce ince süzüldü, dalgalandı, derinlere kaydı. Ta ki mavi bir sis tabakası üzerini örtüp onu kaybedinceye kadar…
Şahane olmuş, kaleminize sağlık!