- Eylül Hazanla Geldi… - 18 Ekim 2022
- İZMİR’ DE BİR ŞİİR AKŞAMI… - 12 Ekim 2022
- Ah Şu Dil Yanlışları… - 30 Ağustos 2022
Yerel yönetimler, bulundukları şehirlerin gelişmesine katkı amacıyla onlarca kültürel etkinliğe imza atar.
Burada söz konusu edilen kültür endüstrisi denilen bir dizi farklı alandaki etkinliktir.
Şehrin her yanındaki bireye bunlar çeşitli biçimlerde sunulur.
Kimi kez konser, kimi kez tiyatro, film gösterimi, panel, söyleşi ya da daha başka biçimde olmak üzere…
Dönemin ruhuna da uygun olmak üzere bu etkinliklerin çoğunda görsellik ağır basar, bu yüzden sahneye taşınıp binlerce insana sunulması kolaydır.
Konser, tiyatro, film gösterimi böyledir, sahne üzerinde yüz binlerce insana ulaşabilir.
Edebiyat etkinlikleri ise biraz daha zordur; sahneye taşınıp geniş kesimlere sunulması ek çaba gerektirir.
Dolayısıyla izleyici oranı diğerlerine kıyasla bir miktar daha az olabilir.
Ama bu etkinliğin entelektüel niteliği; buradaki izleyicinin okuyan, ülkenin düşünce yaşamına katkı sunan bir yapıda olması ise üzerinde düşünülmesi gereken bir güzelliktir.
Bu yüzden edebiyat kaynaklı etkinliklerin kent insanına bir kat daha fazladan estetik ve güzellik duygusu katacağına inananlardanım.
“İzmir Öykü Günleri” ile “Uluslararası Şiir buluşmaları” etkinlikleri bu niteliklere sahip etkinliklerdi.
Üzerinde durmamız bu nedenledir.
İZMİR ÖYKÜ GÜNLERİ
Yazar Özcan Karabulut’ ‘ u girişimiyle 1997’ de Ankara’ da başlayan Öykü Günleri’ nin İzmir ayağını 2002’ de başlamasının üzerinden nerdeyse yirmi yıl geçmiş.
Konak Belediyesi kültür müdürlüğü, etkinliğin ev sahibiydi ama edebiyat örgütleri ve diğer stk’ lar da bu etkinliğin içinde yer alan diğer paydaşlardı.
2002 başlayıp gelen etkinlik son üç dört yıl içinde eski heyecanını yitirmeye yüz tutmuştu.
Pandemi ise bitmesi için uygun bir zemin gibi görülüyor.
Umarız böyle olmaz.
Böyle olmakla birlikte, İzmir Öykü Günleri’ nin yirmi yıla yakın bir geçmişi var.
Arkasında koca bir tarih oluşmaya başladı bile.
Şiir Buluşmaları da aşağı yukarı aynı aynı yolu takip eden bir etkinlik sayılabilir.
Bu da kurumsal hafızası ve kimliği sorunlu belediyelerde olağanüstü bir başarı sayılmalıdır.
Bu arada, bu etkinliklerin başından günümüze pek çok belediye başkanı değişti, ama etkinlikler sürdü.
Bu etkinliğin başladığı tarihlerde benim kültür müdürlüğü dönemimdi. On dört etkinliğin organizasyonunda bu nedenle bulunmuş oldum.
Daha başında etkinlikten umulan, edebiyatın güzelliği, dönüştürücü gücü ve coşkusunu İzmir’ e taşımaktı.
Sanıyorum bunda başarılı olundu.
Bu yıllar içinde onlarca edebiyat insanı; yazar, şair, müzik, tiyatro, sinema ve diğer alanlardan sanatçı bu vesile ile İzmir’e gelmiş oldu.
Yüzlerce toplantı, panel, sergi, film, konser ve dinleti gerçekleştirildi.
Ayrıca her yıl edebiyatın usta bir isimi ‘onur konuğu’ olarak etkinliğe çağrıldı ve böylece etkinliğin bir bölümü onur konuğu’ nun tanıtımına ayrıldı.
Tarık Dursun, Adalet Ağaoğlu, Demir Özlü, Nursel Duruel, Osman Şahin, Leyla Erbil, Erhan Bener… ilk benim aklıma gelen onur konuğu olan isimlerdi.
Şiir Buluşmaları’ nda ise Adonis’ ten Ataol Behramoğlu’ na, Ülkü Tamer’ den, Şükrü Erbaş’a yurdumuzdan ve yurt dışından onlarca isim bu etkinliklerde ağırlandı, şiirler dinlendi, coşku paylaşıldı.
Aslında her kentin edebiyattan beslenen etkinlikleri olmalı. Çünkü edebiyat insanda bulunan ‘iyi duyguların’ ortaya çıkmasının yollarından biridir.
Bizim İzmir’ deki nbu iki etkinlik üzerinde ısrarla durmamızın en büyük nedeni budur.
DEMİR ÖZLÜ
2019 yılında gerçekleştirilen İzmir Öykü Günleri’ nin onur konuğu Demir Özlü idi.
Birkaç hafta önce (13 Şubat 2021) 12 Mart karanlık günlerinde zorunlu sürgüne gidip bir daha dönmediği Stockholm’ de yitirdiğimiz ünlü edebiyat insanı.
Ne yaşam!
Doğumu 1935 ‘ dir.
Sonra sırasıyla İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ nden mezuniyet, Sarbone Üniversitesi’ nde doktora çalışması, İstanbul’ da Üniversitede işe başlama ve sonra atılma, 12 Mart darbesinde tutuklanma ve 1971 yılında Stockholm’ e temelli gidiş. 1989 yılında yeniden Türk vatandaşlığını kazanma.
Ama bu arada zorunlu olarak Stockholm’ de de kurulan bir yaşam.
Gördünüz mü, ne güzel üç satırda Demir Özlü’ nün koca bir yaşamını özetledik.
Keşke bu kadar kolay yaşanmış, az bedel ödenmiş bir hayat söz konusu olsaydı.
Biliyoruz ki göçmenlik, hele bir yazarın dilini bilmediği bir ülkede yazması?
Herhalde cehennem azabı olsa gerektir.
Özlü’ nün anılarını okuyanlar bu durumu birinci ağızdan görecektir.
Sadece Demir Özlü mü?
Onlarca aydın, yurtsever bu süreci yaşadı, ne bedeller ödendi…
Sürgünler, siyasal baskılar, vatandaşlıktan çıkarmalar….
Onlarca aydına çektirilen eziyetlerin toplamıdır Demir Özlü’ nün yaşamı.
Ama ne güzel ki Demir Özlü bütün bu anaforun içinde üretim heyecanından hiçbir şey kaybetmemiş.
50 kuşağının şiirde; Ahmet Oktay, Hilmi Yavuz, Özdemir İnce, Ece Ayhan, Ülkü Tamer; düzyazıda ise Doğan Hızlan, Konur Ertop, Orhan Duru, Adnan Özyalçıner, Erdal Öz gibi üretken yazarlarından biri olmayı başarmıştır.
Eleştirmenler, 60’ lı 70’ li yılların edebiyat ve sanat alanında etkin olan Varoluşçuluğun Demir Özlü’ nün yapıtlarında görüldüğünü söyler.
Özlü’ nün yazma skalası geniştir; öykü de var, anı yazıları da var, siyasi içerikli kitaplar da.
Bunaltı, Stockholm Öyküleri, Bir Uzun Sonbahar, Siyasi Yazılar, İşte Senin Hayatın kitaplarından bazıları.
TEZER ÖZLÜ
Özlü ailesinin bir başka üyesi de Tezer Özlü’ dür, bilindiği gibi.
Abisi Demir Özlü’ den sekiz yaş küçüktür, Tezer. (1943 doğumlu)
Çocukluğun Soğuk Geceleri, Yaşamın Ucuna Yolculuk, Eski Bahçe Tezer Özlü’ nün kitaplardır.
Daha öğrenciliğinde Avrupa’ yı bir baştan bir başa gezen, yaşamı boyunca da bir yere bağlı olamayan bir kişiliktir Tezer Özlü.
Kafka, Cesare Pavese, İtalo Svevo gibi yazarlar, onun ilham kaynaklarıdır.
Tezer Özlü’ nün yukarıda sayılan üç yazardan etkilendiği, dahası Yaşamın Ucuna Yolculuk’ ta Pavese’ nin intiharını ana izlek olarak ele aldığını biliniyor.
Zaten bu durumu Doğan Hızlan da teyit ederek, Tezer Özlü öykülerinde ana temanın insanlar arasındaki iletişimsizlik olduğunu söylüyor.
Hep yaşamın kıyısında olan Tezer Özlü, meme kanseri hastalığından aramızdan 1986’ da ebediyen ayrıldığında, daha kırk üç yaşındadır.
Can Yücel bu gidişi:
“BİR ARKADAŞ İÇİN
Aşağıda yatıyorum
Sokağa bakan pencerenin yanındaki divanda
Bir ses birden bir olay oluyor
Kulağımın dibinde
Bir dal cama vuruyor
Tezer”
Şiiri ile dile getiriyor.
İşte öykü günleri böyleydi, bir onur yazarı ve o ailenin direnen, üreten ve aynı zamanda hüzünlü öyküsü.
Daha nice öykülerin olduğu, öykü günlerine diyelim…
Hayat galiba böyle bir şey!.
İçinde hepsinin olduğu bir karışım…