imgelem ÖYKÜ Öykü: Geceden Sabaha Düşmüş Bir Adam | İsmail Okutan

Öykü: Geceden Sabaha Düşmüş Bir Adam | İsmail Okutan

Sabahın en taze, en temiz vakitlerine düşmüş çiğ taneleri gibiydi parkın kırmızı gülleri, açılıp serpildiklerine tanıklık ettiği, bakışlarıyla her gün kalpten suladığı parkın o ateş kırmızısı gülleri çoktan kurumuştu. Sabahın bu bakır ve bakir saatlerinde dışarıya çıkmayı, mavi göklere bakmayı çok seviyordu, bu kez soğuk karşıladı onu, buz gibi bir mevsim. Şehir yeni bir soğuk ile dondu ilklerine kadar. Sabahın mavisi de bir başkaydı.

Mavi işte, suyun, göğün, denizin rengi, Aşkın, sevginin, temizliğin, olgunluğun rengi, ormanın yeşilliğini tamamlayan renkti. Ya gece mavisi neyin rengiydi? İnsanın iç rengidir aslında gece mavisi, tıpkı gecedeki sessizliğin insanın iç sesi olması gibiydi bu durum. Soğuk, buz gibi bir soğuk vardı.

Aniden çıkıyor ve tüyleri, tenleri donduruyor, sabitliyordu sanki hayatı buz ayarına. Sonra herkesi kalın giysilere sokan, hareketli yaşamı kısıtlayan özelliğiyle şehri kalbinden yakalıyordu kıskıvrak.

Saat, sabahın 06.30’u, Ankara’nın o kara, kuru ve sert soğukları kendini göstermeye başlamıştı. Üşüyerek, büzüşerek, kendi içine çekilerek gidiyordu otobüs durağına doğru Kadir. Üzerinde bir gömlek vardı sadece. “Ah güneş bir doğsa, ne güzel olur,” dedi kendi kendine. Havanın ne kadar soğuk olduğunu algılayıncaya kadar biraz yol almıştı. Dışarıya böyle çıktığı için kendine kızıp hayıflandı fakat geç kalmak korkusuyla geri dönmeyi de göze alamadı.

Evlerinin hemen yanındaki parktan aşağıya doğru yürüyordu, uzun merdivenleri inerken parkın içinde sağda solda bulunan kamelyalara girip çıkıyordu, yaşlı, beti benzi soluk bir adam. İki elinde büyükçe iki torba vardı, gecenin koynundan sabaha düşmüş bu garip adam geceden kalma cam, pet şişe, naylon, meyve suyu kutusu, ne bulursa toplayıp torbasına atıyordu. Göz göze geldiler bir an fakat o gözünü kaçırıyordu, onu tanıyacak bir kimse olma korkusuyla kısacık, ürkek, mahcup ve utangaçtı bakışları. Yorgun gözlerle baktığı o kısacık anda tükeniyordu adam. Kimbilir hangi dert, hangi mecburiyet onu sabahın bu kör, bu soğuk vaktinde çöp kutularından rızkını aramak için sıcak yatağından kaldırıp getirmişti buraya.

Rızkına eğilmiş, rızkının peşine düşmüş, en zor, en çetin şartlarda bile ekmeğini taştan çıkartmak için mücadele veren bu adam muhakkak ki çok dayanıklıydı. Öyle düşünüyordu içinden fakat öyle değildi işte mesele, ah etmekten başka bir şey gelmiyordu elinden.

Yanı başında buralarda ilk defa gördüğü beyaz büyük bir köpek duruyordu. Onu görünce dönüp yanına geldi. Kuyruğunu sallayarak yaklaştı. O da seslenerek karşılık verdi. Bir birlerine sevgi aktararak yürüdüler. Sabahın önü sıra kalkıp dağılan karanlığa bu köpek kim bilir ne kadar sığınmıştı. O ise karanlığı yırtıp gün ışığına kavuşan sabahın bu sessiz ve sade vaktine dalıp kaldı. Elini uzatıp ürkek bir tavırla başını okşamak istedi. Köpek başını kaldırıp baktı, gözünü ona dikti, dilini çıkardı, acıktığını, susadığını anlatıyordu, bir taraftan da merdivenleri dikkatlice inmeye devam ediyordu, köpek peşine takıldı. Belli ki karnı açtı, yiyecek bir şeyler bekliyordu, sevgiden başka bir şey yoktu ona verebileceği fakat sevgi karın doyurmuyordu işte. Nitekim anayola inince onu bırakıp başka yöne doğru gitti, bu vakitte ona bir faydasının olmayacağını anlamıştı anlaşılan.

Boş ve sessiz sokakta yürüyüp durağa geldi. Ego uygulamasından otobüs saatine bakıp beklemeye başladı. Otobüsün gelmesine on dakika vardı. Bir araç sesi geldi, dönüp baktı. Gelen belediyenin çöp arabasıydı. Çöp konteynerine doğru geri geri yanaşıyordu, tam o sırada orta yaşlarda keskin bakışlı bir adam çöp arabanın önüne geçip hızla onlardan önce konteynere doğru koşuyordu. Ne yapmaya çalışıyordu bu garip adam. Merakla bakarken o hızla çöp konteynerin içine eğilip ne bulduysa çıkarıp kaldırımın üzerine fırlatıp arabadan kurtardı. Adam çöp toplamaktan yeni ayrılmıştı ki araba geldi, konteyneri takıp kaldırdı, hepsini boşalttı. Adam doğrulup diğer çöp konteynerine doğru hızla koştu. Aynı çabayla oradaki işe yarar şeyleri de alıp bir kenara koydu, belediye görevlilerinden kurtardı. Sonra dönüp kendi boyundan iki kat büyük el arabasını alıp getirdi. Zafer kazanmış bir eda vardı yüzünde.

Çöpten çıkarıp belediye görevlilerinden kurtardığı, kaldırıma istiflediği kartonları, şişeleri attı arabasına ve başka bir çöpe doğru hızla yürüdü belediye arabasının arkasından iki tekerlekli el arabasını çekerek. Geç kalmış olsa da, yetişemeyecek olsa da içinden bir emirle, bir umutla mücadeleye devam ediyordu.

Belli ki hayata tutunmak için ürpererek sarılıyordu acılara. Kadir ise bakışlarıyla dokundu gözlerin etrafında birikmiş acılarına. Paramparça olmuş kalbi ne kadar belli ediyordu kendini. Hırpalanmış bir yürekle inadına koşuyordu ıstırabın peşinden.

Kentin hüzün kokan sokaklarına attı kendini, içindeki acıları unutmak için. Hayatın gerçeklerinde kaybolup gitmek istiyordu. Hayat ne kadar çok ıstırap, ne kadar çok ıstırabın çocuğu biriktirmişti içinde.
İçinde biriken hüzün çıkıp sırtında yük, avuçlarında ter oluyor ve canını yakıyordu sabahın ayazına rağmen. Artık üşüdüğünü unutmuştu, geceden sabaha düşmüş o adamları görünce ısınmıştı her tarafı. Nasıl da tutuyordu içini hüzün, nasıl da tutunuyordu içine ince ince. İmkânsızlıklar içinde imkân çıkarabilen, çöpten bile ekmeğini çıkaran bu muhteşem çile adamına gülümseyerek baktı, yüzünde açan direniş çiçeklerini öptü usulca, çağa kızarak içinden.

İsmail OKUTAN

Cevap bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir