- Eylül Hazanla Geldi… - 18 Ekim 2022
- İZMİR’ DE BİR ŞİİR AKŞAMI… - 12 Ekim 2022
- Ah Şu Dil Yanlışları… - 30 Ağustos 2022
Geçen hafta ( 7Kasım) Aydoğan Yavaşlı’ nın imgelem’ deki yazısını okuyunca içimden, ‘ Hoca gene kızmış’ cümlesi dökülüverdi.
Orada denildiği gibi bazen insan kendini bile ‘kaldıramıyor’…
En başta yaşadığınız ülke, sizi yönetenlerin umarsızlığı, ayrıştırıcı tavırlar ve de bunun üstüne daha onlarca olumsuzluk…
Dostumuz Yavaşlı bunların üstüne edebiyat dünyasında olanları da koyuyor.
Eh bu kadar yük olunca…
Bu yüklerden biri şu sıralar maliyetlerden dolayı kitap bastırmanın el yaktığı konusu.
Dolayısıyla yayıncıların işlerinin giderek zorlaştığı bir sürecin altı çiziliyor.
Böyle olmasına karşın bu durumu görmeyen edebiyat heveslileri yeriliyor, bunların kendi kitaplarını basmayan yayıncıları tefe koydukları belirtiliyor.
Aslında Yavaşlı’nın yaptığı kanımca son yıllarda içeriğine bakılmadan basılan çok sayıda kitabın raflarda ya da edebiyat dünyasında yer almasına itiraz olsa gerek!
Şöyle bir kitapçıları dolaşın sayısız yeni kitap sizi karşılıyor.
Çünkü gelişen dijital baskı teknikleri, maliyetlerin ucuzluğu bu olanağı sağladı.(Şu son yılları saymıyoruz!)
Dolayısıyla büyük bir entelektüel birikim ve çaba isteyen yazarla, olur olmaz konularda yazmış olan ‘yazar’ aynı terazide tartılır oldu.
Bunun elbette derin sosyolojik nedenleri var ama hemen bir kaçını söylemek gerekirse, yazı yazılan mecraların çokluğu, bireyin öne çıkıp her eyleminin yazıya konu edilmesi, dijital olanaklar gibi etmenler ‘yazar’ ların çoğalmasında ilk akla gelenlerden.
Yavaşlı dostumuz bu nedenlere bir de yaratıcı yazarlık atölyelerini ekliyor.
Oraya gidenlerin de daha sonra yazar olduğu vehmine kapılarak kitap yazma girişimine başladığı varsayılıyor.
Doğrusu, bu var sayım pek çoğumuzda var, var da gerçekten sayı nedir, bilemiyoruz.
Yavaşlı, buralara gidenlerin ve kendini ‘yazar’ olarak görenlerin niteliğine de haklı olarak itiraz ediyor, daha “tabii” ile “tabi” kelimesindeki inceliği ve farkı bile bilmedikleri ( Bu arada bir kez ben de tabii kelimesini tek ‘i’ ile yazmıştım!) vurgulanıyor.
Böyle midir?
Bilemiyorum, ama hemen şunu belirtmeliyim: 14 Nisan 2021 de Aydın Şimşek’ i anlatırken “Yaratıcı Yazarlık Atölyeleri” ne ucundan kıyısından değinmiş biri olarak düşüncemi söylemek zorundayım.
Son yıllarda ‘yazma eylemi’ ne öğrenilecek bir nesne gözüyle bakıp, bu alanı ticari bir etkinlik alanı gibi görenlerin sayısı giderek çoğaldığı bir gerçek. Liberal ekonomi anlayışı; sonsuz bir yetenek, dile hakimiyet, ayrıntıları gözleme ve kendi üslubunu yaratmayı gerektiren, nerdeyse Tanrı vergisi olduğu var sayılan yazarlığı bile doğası gereği bir meta haline getiriyor. Buradan bir sektör yaratıyor.
Yazar koç’ luğu deyimi bile duyulduğuna göre!
Ancak hepsini aynı kefeye koymak gerekmiyor.
Atölyelerin içinde de önemli yazarların eğitim verdiği yerleri ayırmak gerekiyor.
Ben o yazıda kendisi de “Yaratıcı Yazarlık Atölyesi” etkinliği içinde olan Aydın Şimşek’ in “Yaratıcı Yazarlık ve Deneysel Düşünme” kitabından aktarmıştım:
Şimşek, daha kitabın önsözünde belirtiyor, “… Atölyeler yazmanın ve yazının içeriklerinin kusursuzca öğretildiği ve yazar yetiştiren yerler olarak düşünülmemelidir.” Diye.
Peki, buralarda ne yapılıyor?
Gene aynı kitaptan “… Atölyelere katılanlardan bir kısmı yazmanın zorluklarını algılayıp yazı serüvenine ciddi emek veriyorlar. Büyük bir kısmı ise bilinçli okur olmayı önemsiyor.”
Belki buralara yalnızlığından kurtulup bir gurubun içinde olmayı yeğleyenler açısından da bakmak mümkün.
Böyle olunca buralara gidenlerin hepsini kötülemek gerekiyor mu?
Sanmıyorum, içlerinde yetenekli olanlar da varsa eh onlar da yazar oluversin.
Aslında daha söylenecek çok şey var da uzatmamak adına kesiyorum.
Kısaca dostumuz Yavaşlı, kaygılarını dile getiriyor haklı olarak, ancak çağın ruhu ve gidiş yönü ne yazık ki böyle. Parçalara ayrılmış duyarlılıklar, insanı kuşatan kaos ve karmaşa… Yeni eğilimler, kavramlar, insanın bu karmaşada kendini araması…
Biz ise hâlâ büyük anlatı ustaları; Tolstoy’ları, Turgenyev’leri, Yaşar Kemal’leri arıyoruz; bir kahve köşesinde oturup durmadan yazan Orhan Kemal’li özlüyoruz.
Bu büyük yazarlar, yazarlık eğitimi mi aldılar diye dikleniyor, yazarlık atölyelerine gidenlere kızıyoruz.
Yazar olacaklara diyoruz ki ‘siz de o büyük yazarlar gibi olun, içinde yaşadığınız toplumu, dünyayı ve bir muamma olan insanı yazın!’.
En büyük eğitim budur sizin için.
Diyoruz da, bir de bizi dinleyen olsa!