Nedret Gürcan ismini duydunuz mu?
Ben, Tarık Dursun’ u anlatırken Nedret Gürcan’ ın da içinde olduğu ‘ Kopuk Takımı’ ından
sık söz ettiğimi anımsıyorum.
Bu grup, Tarık Dursun’ nun dostlarından oluşur.
Muhtar Kemal, Cengiz Tuncer, Ziya Metin, Kör Galip, Cemal Engindeniz, Esat Ahmet Balım, Galip Göksel, Ziya Metin, Nedret Gürcan…
Kopuk takımı sıkı dosttur ama çoğunun parası pulu da yoktur.
İçlerinde sıkıntısı olamayanlardan biri Nedret Gürcan’ dır.
Bu nedenle, 1950 ‘ lili yılların İzmir’ inde, Yasef’ in Havra Sokağı’ ndaki Meyhanesi’ nde bu dostlar grubunu her sefer rehin kalmaktan kurtaran adam da haliyle o olacaktır.
Çünkü Afyon Dinar’ da zengin un fabrikaları olan bir ailenin oğludur Gürcan.
İzmir’ e okumak için gelmiş, o arada Tarık Dursun’ la tanışmış ve ‘Kopuk Takımı’ nın üyelerinden biri olmuş, aynı zamanda şiir tutkunudur da.
Memleketine döndüğünde,1954-57 arasında, “Şairler Yaprağı” dergisini Dinar gibi bir taşra kasabasında çıkarmak kahramanlığına soyunmuş ve 37 sayı hiç sektirmeden çıkarmıştır da.
Ama daha öncesi İzmir günlerinde kopuk takımı ile bir hayli macerası vardır.
Bunlardan biri Tarık Dursun’ nun “Geçti Akşam Suları” kitabında anlattığı bir kız kaçırma hikâyesidir.
Nedret Gürcan Ödemiş’ ten bir kıza aşıktır ve kızla kaçmayı kafasına koymuştur. Konuyu Kopuk Takımı’ na açar ve karar; Ödemiş’e gidilip kız kaçırılacaktır.
Taksiyle Ödemiş’ gidilir, ( Tabii bu kısımları Tarık Dursun’ dan okumak gerek.) kısaca, kız gelmez ve kaçırma işi suya düşer.
Sonra günler geçer, Nedret Gürcan Dinar’ a döner orada yaşamına devam eder bu arada şiir ve anılarını topladığı kitapları yayımlanır.
Benim size anlatacağım, 2005’ de Dünya Kitap’ tan çıkmış olan “Yaşanmış Taşra Hikâyeleri- Benim Sevgili Taşram-” kitabı.
Önce, taşra kavramı üzerinde anlaşalım:
Taşra kavramı, merkezden uzak olan yerler için kullanıldığı gibi, sosyal hayatın kısıtlı ve tek düze yaşandığı, sıkıcı, boğucu bir yaşamın egemen olduğu; kültürel açıdan üreten yanda olmaktan çok belli merkezlerde üretileni tüketen bir dünyayı ve anlayışı tarif eder.
Böyle olunca Afyon’ nun Dinar’ın da bir şiir dergisi çıkarmak ve bunu sürekli kılmak, ezberleri bozan, taşra kavramını bildik tariflerin ötesine taşıyan bir mahiyet kazanır.
Her şeyi kendi tekeline almış İstanbul, İzmir ve Ankara egemenliğine bir meydan okumadır bu.
Edebiyatın üretilmesinin sadece merkezlerde olmayacağı, bir edebiyat dergisinin İstanbul’ da olması ile Dinar’ da olmasının çok da fark etmeyeceği gerçeğinin hayata geçirilmesidir aynı zamanda.
İşte, bu nedenle, Nedret Gürcan adı edebiyatın taşrasını ters yüz eden biri olarak öne çıkar.
***
Kitabın içeriği mi?
Dinar’ da 1940’ dan bu yana yaşanan olaylar, oradaki gündelik hayattan kesitler, çarşıdaki esnafın hayata bakışı, kasabadaki ticari yaşam, politik figürler ve çekişmeler…
Ülkü Tamer ustanın dediği “…alçak gönüllü yaşamlar, pastel renkler, küçük ayrıntılar…”.
Gene Ülkü Tamer ustaya kulak verirsek, “(bunlar)… bana önemli ‘ ifşaat’ lardan daha çekici geliyor. Onlarda insanı, dönemi, daha berrak görüyorum.” dediği gibi.
Bir defa Nedret Gürcan kendi anılarından yola çıkarak o dünyayı, bir kasabada olanları ortaya koyuyor.
İlçede olanlar; ticaret, esnaflar, politikacılar, eşraf; bunların birbirleriyle olan ilişkileri, küçük kıskançlıkları, politik çekişmeler…
Ayrıca kasabaya ait sosyal hayattan kesitler de var; bayramlarda yaşananlar, düğünler, o düğünlerde nelerin giyildiği, küçük aşklar, kaçamaklar bunların dedikoduya dönüşmesi…
Her ilçede olduğu gibi Dinar’ da da ileri gelenlerin uğrak yeri olan şehir kulübü ve orada yaşananlar, İsmail Diker’ in terzi dükkanı ve ilk aşk için oraya ısmarlanan takım elbise bile kitaba konu olmuş.
Sonra, esnaflar; onların birbirleriyle olan ilişkileri, politik çekişmeler, bir bayram sabahının ne şekilde geçirildiği…
İlçeye yeni atanan bir devlet görevlisinin karşılanması, oradaki seronomi, sonra da kızına yapılan kur, evlilik hikâyesi, düğünler …
Görüldüğü gibi bir taşra kasabasında yaşananlar, Çehov tadında kitaba aktarılmış.
Bir sosyoloğun toplumsal hayatı araştırmasına temel olabilecek hemen her şey var…
Tıpkı Zweiag’ın, Dünün Dünyası’ nda o dönem Viyana’ sını anlattığı gibi.
İleride Dinar’ da ya da Anadolu’ da bir taşra kasabasında olanları anlatacaklara ışık tutan kesitler…
Kitapta bir de “Dinar Belediye Bandosu’nun öyküsü” var ki…
Onu size anlatmak isterim:
***
DİNAR BELEDİYE BANDOSU
1980’ lerde Demirel, Dinar’a uğrayıp oradan Isparta’ ya gidecektir.
Böyle olunca karşılama seremonisi önem kazanıyor, bu törende Belediyeye bağlı Dinar Belediye Bandosu’ nun olması da isteniyor. Ancak belediye Chp de olduğu için meclis üyelerinin bir bölümü karşı oldukları Demirel’ li belediyenin bandosuyla karşılamanın hoş olmayacağını ve bu nedenle törene bandonun gelmesini istemez, ama yapılan oylamada bu sorun çözülür.
Bando Demirel’ i karşılama törenine katılır. Mozart’ tan “Türk Marşı” nı çalar.
Demirel de bandoyu över, göklere çıkarır.
Ancak Isparta ile Dinar arasındaki rekabet, Dinar’ ın bir an önce il olmak isteği bu ilçenin Süleyman Demirel’ le barışık olmasının önünde bir engeldir adeta.
Demirel de bunun farkındadır, ayrıca o tarihlerde Özal- Demirel çekişmesi de had safhadadır.
Epey bir zaman sonra sanki bandoyu öven Demirel’ in kendisi değilmiş gibi, birçok konuşmasında Dinar Belediye Bandosu’ nu yermeye, küçük göstermeye başlar. Bu bando onun nezdinde “Ali Çavuş’ un Bandosu” dur.
Ya da Dinarlıların algısı o yönde gelişir.
Çünkü Demirel’ in o dönem bir de Özal’ la rekabeti vardır, Özal’ ı yermek için ikide bir Dinar Belediye Bandosu örneğini verir, bu bandoyu ‘ Ali Çavuş’un Bandosu’ diyerek küçümser. Kendisini New York Filarmoni, Özal’ ı ise Ali Çavuş Bandosu olarak niteler.
Bu da Dinarlıların ve bandoda olanların zoruna giden bir konudur.
Bandoda olan kırk müzisyen sitemlerini ortaya koymak Ankara’ nın yolunu tutar, Demirel’ in ofisinin önünde konser vermeye kadar işi götürür.
Görüldüğü gibi bando, üzerinden her kesimin politik tavrını ortaya koyduğu bir öbjedir adeta.
Kısaca Dinar Belediye Bandosu’ nun öyküsü bu, ama bu durum burada kalmaz edebiyata da konu olur:
Nedret Gürcan bir şiirinde;
“Gündemde
Şu bizim belediye bandosu
Bir de “ Beş Numaralı Senfoni” varmış
Bizim bando bunu çalamazmış
Zaten Dinarlılar da
Beethoven’ den anlamazlarmış!
Olsun
Ne çıkar bundan
Bu bando var ya bu bando”
Diyerek kendi ilçelerindeki bandoya uzun bir şiirle analatır.
Bu kadarla kalsa iyi bir de Ece Ayhan’ nın diline dolanır Dinar Belediye Bandosu.
Ayhan, “Biz 24 Ocak kararlarını New York Filarmoni Bandosu için almıştık. Bunlar ise
Dinar Bandosuna çaldırıyorlar” der, bandoyu anlattığı uzun yazının bir yerinde. Tabii bu Ece Ayhan, bandoyu tiye alarak,
“Mızıka kadrosu filan yoktur ama çalgılar, süslü süslü üniformalar ve şefin asası belediyede hazır bulundurulur.” Diyerek yazısını sürdürüyor.
Yazı bu minval üzere sürüp gidiyor ve en sonunda Ayhan edebiyatçılardan bir bando takımı
kuruyor:
Liste uzun, lakin bir bölümünü buraya alacak olursak;
Yahya Kemal- (Kuyruklu piyano- saksafon)
Ece Ayhan – (İngiliz Kornosu)
Cemal Süreya- (Trampet)
Tarık Dursun- (Fagot)
Nedret Gürcan- (Ali Çavuş’ un yerine şef)
Gani Müjde( Grnata)
Ve liste böyle uzayıp gidiyor.
Evet taşrada gündelik hayatı merak ediyorsanız bunu Nedret Gürcan’ nın kaleminden okuyun derim.
* Benim Sevgili Taşram
* Nedret Gürcan, Yaşanmış Taşra Öyküleri-Benim Sevgili Taşram- Dünya Yayınları, 2005, İstanbul