- Ursula K. Le Guin’den ZİHİNDE BİR DALGA - 22 Şubat 2023
- “BORGES’İN EVİNDE” - 13 Şubat 2023
- AYKIRI BİR KALEM: JOSE SARAMAGO - 11 Kasım 2022
Doğrusunu isterseniz ben de bilmiyorum. Ben ekonomist değilim. Ama bu, benim de çarşıya pazara çıkmıyorum anlamına gelmez. Halkın çoğunluğu gibi ben de peyniri, domatesi, ya da herhangi bir meyveyi almak istediğimde fiyatı karşısında tepki gösteriyorum.
Bir keresinde bana Tarık Dursun K. anlatmıştı: Her zaman derin ve içten bir saygı ve minnetle andığı Orhan Kemal, hemen bütün hayatı boyunca parasal sıkıntı çekmiş. O yüzden yazdıklarını alelacele yayınevine götürür, telifi kaptığı gibi evinin ihtiyaçlarını karşılarmış. Telif kazancı daha çok olsun diye takma adla hafiye hikâyeleri bile yazdığı söylenir. Hatta söylenir değil, bilinir.
Stephan King, baba evinin çatısında yazıp çizermiş. Yazma Sanatı (Altın Kitaplar) adlı kitabının bir yerinde yayınevlerinden gelen “ret mektupları”nı ahşap tavana çaktığı bir büyük çiviye asarmış. Ret mektupları zamanla o kadar çoğalmış ki, ona ataş eklemiş.
Benzeri daha birçok yazarın geçmişinde var ama benim aklımda kalanlardan biri de Salinger, hani şu çok ünlü Çavdar Tarlasında Çocuklar adlı romanın yazarı. Okumadıysanız okuyun o romanı. Salinger’in beni en çok çarpan özelliği, basın yayın organlarından uzak bir hayatı tercih etmesi… Yani ille de her yerde ben görüneyim budalası değil. Not almışım, bir yerde şöyle demiş: “Herkesin yazdıklarının anlamıyla ilgilenmesini istiyorsan kendini gösterme.”
Amerikan edebiyatında çok var böyleleri. Aklımda yanlış kalmadıysa B. Traven de yüzünü saklayanlardan. Okurlarından yalnızca yazdıklarıyla ilgilenmesini istiyorlar yani; güzellikleri ya da yakışıklılıklarıyla değil.
Güzelliklerini ya da yakışıklılıklarını bilinçli olarak öne çıkaranları gördükçe aklıma Yunus Emre, Karacaoğlan, Pir Sultan, Fuzuli filan geliyor. Onların medyası mı vardı? Gerçek yüzlerini bilen, hatırlayan var mı? Uydurma birtakım resimlerin dışında, yok!
Bazen ben de kendi kendime yazarlar tanınmalı mı yoksa bilinmeli mi konusu üzerinde çok durduğumu düşünüyorum. Bunun gerçek nedeni herhalde hiç de fotojenik biri olmadığım… Belki ben de şöyle “artist biri” olsaydım, tanınmayı tercih ederdim. Bazı arkadaşlar çok iyi beceriyor bunu: Sakal bırakıyorlar, boyunlarına fular doluyorlar, değişik değişik şeyler giyiyorlar filan.
Bugün Twitterde gördüm, biri yazmış: Bazı yayıncılar, yazar adaylarının takipçi sayısına bakıyorlarmış. Takipçi sayınız azsa allame cihan olsanız kitabınız yayımlanmaz yani. O yüzden takipçi sayınızı artırın, derim. Yazınsal nitelik pek o kadar önemli değil!
Sahi, ne yapacağız biz bu durumda?