Bir yazar olarak anılmaktan çok “okur” olarak anılmayı tercih ettiğimi birçok yerde yazdığımı veya söylediğimi hatırlıyorum. Ufuk açan kitapları okumaktan aldığım zevki diyebilirim ki hiçbir şeyden almadım. Dönüp dönüp okuduğum kitaplarım var, bunlardan bir tanesi de Füsun Akatlı’nın “Yazı Bahçesinden” adlı kitabı. O kadar çok satırın altını çizmişim ki! Bakın, bunlardan bazılarını sizlerle paylaşayım: “Kısalı-uzunlu, uzak-yakın dostluklardan fire verdikçe, her seferinde kısalı-uzunlu, geçici-kalıcı acılar yaşarsınız. Bir yol ayrılması bile olmayan, olamayan ayrılışlardır bunlar. Vefanın olmadığı yerde, vedanın hiçbir anlamı yoktur. Vedalaşmazlar. Ama neden hep onlar giderler, siz kalırsınız? Bir keresinde de siz gitseniz? Belki gidilen o yerlerde daha güzel, daha anlamlı bir şeyler vardır da, ona ve onun için gidiyordur! ‘Orası’ neresidir? Öğrenemezsiniz… Siz hep kalırsınız.” (sf.12)
Gerçekten de böyle değil mi? Hiç veda etmeden, küçücük bir açıklama yapmadan, bir tanecik olsun mantıklı bir gerekçe göstermeden çekip giderler. Neden giderler; bütün ömrünüz bunu bilmeden geçer. Oysa başlayan her şey biter, özellikle aşklar! Her aşkın başlayışı ve bitişi vardır. Kimi yıkımlı olur, kimi yıkımsız, ama mutlaka biter. Belki de bütün sırrı bitebilir olmasındadır. Hayatımız gibi aşkımızın da bir gün biteceğini bile bile nasıl yaşar insan; bu beni her zaman şaşırtmıştır.
“Okurken olduğu gibi, yazarken de haz ilkesinin güdümü altında oldum hep. Zevk için yazdım yazdıklarımı. Yazmak hoşuma gittiği için, düşüncelerimi, kimi duygularımı birileriyle paylaşmak, ya da birilerine iletmek bana zevk verdiği için. En sıkıcı, en çekilmez, en akademik kıyafetli yazılarım bile buna dâhil.” (sf.24)
Yalnız zevk almak için yazmak… Ben hep istedim bunu: Kendim için yazayım, dedim. Olmadı. Hayatımız sürüp giderken her şey bizim irademize bağlı değil çünkü. Öyle gerekti, öyle yazdım; ama hep zevk için, Türkçenin tadını çıkarmak için yazmak istedim. P Kitap yayınları arasında çıkan Aşktan Öte Bize Yakın adlı kitabımda yer alan hikâyeleri bu yüzden yazdım: Canım öyle istediği için! Alıp okuyan okurlar da canları öyle istediği için kimi överek yere göğe sığdıramamış, kimi -neredeyse- yerden yere vurarak… Olsun. Zaman ayırıp okumuşlar ya. Ya imzalayıp gönderdiğim kimi ‘dost’larımın hiç tepki vermemesine ne demeli!?
“Sahte entelektüeller ya da itici adlandırılışla ‘entel’ler ise, düşünce üretimi ile, kültür birikimi ile değil de; takınma tavırlarla, özentilerle entelektüellik taslayanlar. Kılık kıyafette özenle seçilmiş bir özensizlik ya da özenti bir dış görünüm, özellikle iletişim kopukluğunu amaçlayan anlamsız bir jargonla konuşup yazma, etrafını aşağılama, saygısızlığı doğal hakkı olarak görme, ‘marjinal’lik sevdası, bunların belli başlı özellikleri.” (sf.55)
Kimlerden söz ettiğini tabii anladınız: Hani şu upuzun atkılarını boyunlarına garip bir biçimde dolayan keçi ya da kirli sakallı, fötrlü, renk renk ceket-pantolon giyen, ayrıksı olduğu belli etmek için pipo tüttüren, ortalıkta bilgiç bilgiç ve süslü develer gibi dolanan; kulakları, parmakları, boynu gümüş takılarla dolu ‘tip’lerden… En iyisi görmemek bunları. Kitaplara, doğru kitaplara, ufkumuzu açacak kitaplara gitmek gerek.