Yazdıkları, yayınevleri tarafından yayımlanan bazılarının kendilerini çok önemsediklerini, yazdıklarına gereğinden fazla inandıklarını görüyor, hayret ediyorum. Hele hele kendisini çevresine yazar diye tanıttığı halde hâlâ “-de” ya da “-ki” eklerinin nasıl yazılması gerektiğini bilmeyen, o sefil haline bakmadan atölye matölye çalışmaları yapanlar yok mu, beni çileden çıkarıyor.
Farkındasınızdır: Çocuk edebiyatı türünde kalem oynatan kadın yazarlar nicelik olarak erkekleri geçti. Benim bile adını ilk kez duyduğum, (yazık ki bir daha pek duymadığım!) o kadar çok kadın yazar var ki… Bu, edebiyat sosyolojisinin alanına mı girer, yoksa psikolojinin mi, bilmem. Ukalalık etmek istemem ama bana çok düşündürücü geliyor. Enikonu tartışmaya değer bir konu bu.
Dinçer Sezgin’le muhabbetimiz iyiydi. Konak Belediyesinin edebiyatla ilgili bir kurulunda görev almıştı. Kurulun toplantısına gidiyordu, durdurdum, “Abi,” dedim, “madem 14 Şubat Öykü Günleri için toplanıyorsunuz, bir oturumu da çocuk edebiyatına ayırın, bunu lütfen sen öner; S. Sever, N. Neydim, S. Dilidüzgün gibi bu tür için emek verenleri çağırın, onlar konuşsun, biz de not alalım. Onlardan öğrenmemiz gereken birçok şey var sanıyorum.” Olmadı, olamadı! Hasbelkader edebiyatın bu türünde üç beş eser vermiş birkaç kişiyi çıkarıp konuşturdular. Ne konuştular, bilmiyorum. Sıra o oturuma geldiğinde çekip gittim.
“Tabii” ile “tabi” arasındaki farkı bilmeden çocuk edebiyatında kendine yer arayanlar var. Aynısı “süreç” ile “süre” için de geçerli. Çünkü farklı anlamları var. Kime “sayın”, kime “sevgili” diye hitap edileceğini bilmeyenler de var. Benden -neresinden bakarsanız bakın- on beş-yirmi yaş küçük olmasına karşın sorusuna “Sevgili” diye başlayanlar var. Kendine hayran “tip”ler var. Var oğlu var!
Bütün şu olumsuzluklara karşın ben, kendini yazarak ifade etmenin sağlıklı bir etkinlik olduğunu düşünüyorum. Tıpkı resim, heykel, sinema, tiyatro yapmak gibi… Hata yapılmasın mı? Yapılsın tabii. İsmet Paşa, “Ben de hata yaparım, ama aynı hatayı tekrarlamam” dediydi. Genç yazarlar da hata yapacaklar ama okuma edimi ile beslenerek hata yapmamayı, meselesini doğru anlatmayı öğrenecekler. Peki nasıl? Usta edinecekler. Yunus’u, Karacaoğlan’ı, Pir Sultan’ı okuyacaklar. Belleklerinde Fuzuli’den, Şeyh Galip’ten, Nedim’den birkaç dize olacak.
Birkaç yıl önceydi. Özel bir okula imza ve söyleşi günü için çağrılıydım. Öncesinde genç Türkçe öğretmenleriyle çay kahve içerken onlara “Peki, siz ne okuyorsunuz bakalım arkadaşlar?” diye sordum. İçlerinden biri hemen atılıp yazdığı piyasa kitaplarıyla evde kalmış kasabalı genç kızların beğeniyle okuduğu bir yazarın adını verdi. “Fakat ben kitap demiştim Hoca’nım, yanlış anladınız galiba” dedim. Haklıydım: Kitap şekline sokulmuş her selüloz yığını gerçekten kitap değildir. Benim “kitap”tan kastım, insan karakterini yücelten, dil ve beyin gelişimine katkı veren kitaptır. Lütfen ama, Bilge Karasu ile -diyelim- E. M. Karakurt’u aynı terazide tartabilir misiniz? Ya da Kerime Nadir’i…
1 thoughts on “KİTABIN ORTASINDAN KONUŞAM MI BİRAZ?”
Yazma uğraşı içinde olanların.hal-ı pür melalı..