“Barış” sözcüğü, bizim ülkemizde nedense hep ürkütücü sayılmıştır!
1950 yılında, Behice Boran’ın da aralarında bulunduğu bir grup aydının oluşturduğu Barışseverler Cemiyeti, Türkiye’nin Kore Savaşı’na asker göndermesini protesto edince hemen kapatılmış; harekete öncülük eden öğretim üyeleri üniversiteden uzaklaştırılmışlardır.
“Barış”tan öcü gibi korkan yönetimlerin ağır baskıları yüzünden Türkiye’de barışçılara soluk aldırılmamış, barış girişimleri bu yüzden uzun süre cılız kalmıştır.
* * *
Ülkemizde güçlü bir barış hareketi yaratma konusundaki ikinci önemli adım 1977 yılında atıldı. Emekli Büyükelçi Mahmut Dikerdem’in öncülük ettiği Barış Derneği, 3 Nisan 1977’de çalışmaya başladı. Ne var ki barış düşmanları kısa bir süre sonra bu derneğin de üzerine çullanmakta gecikmediler! 12 Eylül darbesinin hemen ardından İstanbul 2 Numaralı Sıkıyönetim Mahkemesi, başta Genel Başkan Dikerdem olmak üzere derneğin 44 yöneticisi hakkında tutuklama kararı verdi. Tutuklanan yöneticiler arasında, ülkemizin en seçkin aydınları, hatta milletvekilleri vardı!
“Barış”la “komünizm”i eşanlamlı gören dönemin güdümlü yargıçları, uzun süre cezaevinde tuttukları bu yaşlı başlı insanlara, daha sonra, dünyayı ayağa kaldıracak ağır cezalar kestiler!
Böylece, Türkiye’de barış güçlerinin örgütlü savaşımı bir kez daha engellendi…
* * *
Barış için örgütlenme yolunda üçüncü büyük girişim, hekimlerden geldi.
30 Ocak 1987 tarihinde Prof. Dr. Leziz Onaran başkanlığında kurulan NÜSHED (Nükleer Savaşın Önlenmesi İçin Hekimler Derneği), kapatılan barış derneklerinin onurlu geleneğini devraldı.
Ancak çok geçmeden NÜSHED de “yasak dernekler” kervanına katıldı; Ankara Valiliği’nin “emriyle” derneğin çalışmaları durduruldu.
Ne var ki barış davasına inanmış hekimlerimiz bu keyfi uygulama karşısında pes etmediler ve uzun süren bir hukuk savaşımı sonunda derneklerine yeniden “meşruiyet” kazandırdılar!
Daha sonra nükleer karşıtı hekimlerin uluslararası örgütü IPPNW’ye üye olan NÜSHED, özellikle 1990 yılında patlak veren ve Türkiye’yi de içine çekme tehlikesi taşıyan Körfez Savaşı sırasında çok aktif ve yürekli bir savaşım yürüttü…
* * *
İnsanlarda barış bilincini ve duyarlığını diri tutan, sorunların barışçı yollardan çözümüne katkıda bulunan güzel ve evrensel bir gelenektir “Dünya Barış Günü”…
Size belki şaşırtıcı gelecek ama 1 Eylül, milyonlarca insanın ölümüne yol açan 2. Dünya Savaşı’nın da başlangıç günüdür! Ama dünyamız bir daha böyle bir yıkımla karşılaşmasın diye 1950 yılında Dünya Barış Konseyi’nin önerisiyle “Barış Günü” olarak benimsenmiştir.
1 Eylül, o gün bugündür, kapitalist-sosyalist, Müslüman-Hıristiyan, gelişmiş-gelişmekte olan tüm ülkelerde bayram havasında, çeşitli etkinliklerle kutlanır…
Gelin görün ki bütün dünyada böyle şenliklerle güle oynaya kutlanan “Barış Günü”, bizim ülkemizde tıpkı “1 Mayıs İşçi Bayramı” gibi her yıl yeni gerginliklere yol açar…
***
Türkiye’nin barışa ivedilikle gereksinimi var.
Ülkemizin “acil” sorunu, barış ve demokrasidir!
Geleneksel “barış korkusu”ndan artık sıyrılmamız gerekiyor!
Hepimiz barış için bir şeyler yapmalıyız.
Düşünün, Kürtler’in yoğun olarak yaşadığı Güneydoğu’da yıllardır “olağanüstü” rejim uygulanıyor!
Bu, oradaki birkaç kuşağın demokrasiyle hiç tanışmaması demektir!
Terörün kaynağını başka yerde aramaya gerek var mı?
* * *
Barış istemimizi ve istencimizi he koşulda yükseltmeli, barış türkülerini dilimizden düşürmemeliyiz.
Her şeye karşın barışın ve kardeşliğin bu topraklarda egemen olacağına inanıyoruz.
Âşık İhsani de bu inançla dillendirmemiş miydi şu dizeleri:
“Şura Doğu, şura Batı demeden / Güvercinler salacağız, yakındır!”
Bu güzel dileğin gerçek olacağı günleri özlemle bekliyoruz…
Tüm barış savaşımcılarına sevgi ve saygıyla