YAZIEVİ GÜNLÜĞÜ’NDEN
Ankara, 2 Ocak 2010 / Cumartesi
Uzun zamandır aramamıştım Teoman Karahun’u. Yeni yıl dolayısıyla iyi dileklerimi iletmek için öğleden sonra evine telefon ettim. Uzun uzun çaldı telefon. “Herhalde evde yoklar” diye düşünürken bir kadın sesi, “Alo” dedi. “Teoman ağabeyle görüşecektim” deyince, telefonda kısa bir sessizlik oldu. Sonra, “Kimsiniz?” diye sordu karşımdaki. Adımı söyledim, “Teoman Bey benim hem meslektaşım hem Siyah Beyaz gazetesinden çalışma arkadaşımdır” dedim. Telefondaki kadın bunun üzerine, “Ben eşiyim. Teoman’ı kaybedeli iki yıl oluyor!” deyince başımdan aşağı kaynar sular döküldü sanki! Yahu, ben ki, aramızdan ayrılan aydınları, sanatçıları günü gününe kaydedip her yıl ayrıntılı listelerini hazırlayan insanım, Teoman Karahun’u nasıl atlamışım? Öylesine hazırlıksızdım ki bu habere, neredeyse eşine, “Hayır, yanlışınız var, Teoman ağabey ölmedi!” diyecektim… Sonra kendimi toparlayıp, “Bilmiyordum, çok üzüldüm, başınız sağ olsun” diyebildim. Bu arada, Karahun’un kesin ölüm tarihini de öğrendim: 8 Mayıs 2008. Sonra oturup araştırdım, o tarihte ben neredeymişim diye… Konutkent’te, Yazıevi’ndeymişim. Nasıl olmuş; her gün izlediğim Cumhuriyet’te ölüm haberi, duyuru falan da mı çıkmamıştı? Çıkmışsa ben neden görmemiştim? O gün hangi derin sularda, yaşamdan kopuk düşsel yolculuklarda imişim? Eşten dosttan arayıp haber veren de olmamış demek… Teoman Karahun ölmüş diyeler / İki yıl sonra duyalar! Olacak şey mi?
Hep usumda, gündemimdeydi: Kıyı dergisi için onunla bir söyleşi yapacak, “unutulmuş bir ozan” diyerek, Teoman Karahun’u yıllar sonra yeniden gündeme taşıyacaktım! Şimdi bir yandan da bu tasarımı gerçekleştirememiş olmanın üzüntüsünü yaşıyorum. Belirtmem gerekir: Bu söyleşinin gerçekleşmemesinde biraz da Teoman ağabeyin payı vardı. O, son derece alçakgönüllü bir insandı. Ozanlığının anımsatılmasından pek hoşlanmaz, bunu geçmişte kalmış bir heves olarak görürdü. Oysa daha 50’li yıllarda Gülten Akın’la paylaşmıştı Varlık’ın şiir ödülünü. Gerçi sürdürmedi ozanlığı, sonraki yıllarda gazeteciliği ağır bastı, ama yine de dillere düşmüş şiirler bıraktı geride. Acı Su (1956) adlı kitabı, belleklerde güzel bir ses olarak kaldı…
1995 yılında Siyah Beyaz gazetesi için yetkin bir düzeltmen ararken, bizim kuşaktan bir meslektaş, Teoman Karahun’u önermişti. Uzun yıllar Ulus gazetesinde ve TRT’de çalışmıştı Karahun. Artık emekliydi. Gazete olarak onun birikiminden yararlanmamız çok iyi olurdu. Bir gün Teoman Karahun’u aradım ve gazeteye davet ettim. Onu, gazetenin Akay Caddesi’ndeki yönetim merkezinde karşıladım. Beni tanımıyordu ama TRT’den ağabeyimin arkadaşıydı. “Ben sizi Varlık’taki şiirlerinizden tanıyorum” dediğimde, yüzünde utangaç bir gülümseme belirmişti. 1950’lerde bir yazın dergisinde yayımlanmış şiirlerinin hâlâ anımsanıyor olmasına şaşıyordu.
Teoman Karahun, biraz çekinerek de olsa önerimizi kabul etti. Düzeltmenlik, onun yabancısı olduğu bir uğraş değildi. Mesleğe de zaten Son Havadis gazetesinde düzeltmen olarak başlamıştı. Ne var ki Teoman ağabey “daktilo dönemi”ni henüz kapamamıştı. Düzeltmeleri çıktı üzerinden kalemle yapıyordu. Oysa gazetede çalışanların bilgisayar kullanmaları zorunluydu. Siyah Beyaz, günde üç baskı yaptığı için olağanüstü bir hızla çalışmamız, teknolojinin tüm olanaklarından yararlanmamız gerekiyordu. Teoman ağabeyin düzeltme yöntemi, “yeni medya düzeni”nde artık çok gerilerde kalmıştı. Kendisine bilgisayar öğretmek istedik, “Bu yaştan sonra olanaksız!” deyip isteğimizi geri çevirdi. Ondan ayrılmak istemiyorduk. Bir süre yazı işlerinde oyalandı, dışarıdan gelen makaleleri okudu, düzeltti. Sonunda sıkıldı, “Arkadaşlar, ben size yararlı olamıyorum” diyerek ayrıldı. Ama ben onunla ilişkimi hiç kesmedim. Zaman zaman telefonla arayıp hatırını soruyordum. Röportaj önerimi her seferinde nazikçe geçiştirdi. Aslında çok gerilerde kalmış şiir kitabının ve ozanlığının yeniden konuşulmasını istemiyordu. Oysa kendisine haksızlık ediyordu. Adı, yazın çevrelerinde hepten unutulmuş değildi. Dizeleri hâlâ şiir tutkunlarının belleğindeydi…
Bir olayı hiç unutamıyorum: Ataol Behramoğlu, Türkiye Yazarlar Sendikası Başkanı olarak bir söyleşi için Siyah Beyaz’ın Ankara’daki bürosuna gelmişti. Söyleşiyi bitirdikten sonra onu Teoman ağabeyle tanıştırdım. Ataol, kırk yıllık dost gibi, nasıl da sevgiyle, saygıyla kucaklamıştı Karahun’u! Gazetenin yemekhanesinde kahvelerimizi içerken, birden Teoman ağabeyin “Yeni Aşktan Önce” adlı şiirini ezberden okumaya başlamıştı hiç teklemeden:
Senin için yazdığım şiirleri
Dün teker teker okudum
Nasıl sevmişim bir zamanlar
Örneğin yüzen gemileri
Bunca mavisini denizin
Fark etmemişim şimdiye kadar.
Beni eski bir tanıdık diye hatırla
Tut ki ölümsüz anılar yaşadık
Bana sevgiyi öğrettin, yalnızlığı
Bir de uykusuz gecelerde çaldığım
O acılı, umutsuz ıslığı.
Şimdi uzaksın, bir karanlık öte
Ay ışığı yok, üryansın çırılçıplak
Şu sokak başı konuştuğumuz
Keçiören yolu tozlu ıslak.
Sanki aradan yıllar geçmemiş
Beraberiz, mutluyuz, güven içre
Öyle zor ki yokluğuna inanmak.
Bu aşk içimde aynı hızla
Akarsa önleyemem diyorum
Aralık kapıdan karanlıklar geliyor
Örtmeliyim kimsesizliğim duyulmasın
Ben sana susadım, kadınlığına
Vahşi parmaklarım saçlarını arıyor
Beni eski bir tanıdık diye hatırla.
Teoman Karahun, “Unutulmuş Ozanlar” kuşağının çok yalın, içten, dürüst, aydınlık bir yazı emekçisiydi. Işıklar içinde uyusun…
* * *
METİN DEMİRTAŞ’TAN MEKTUP
Antalya, 25 Eylül 2010
Sevgili Attila,
Uzağız, görüşemiyoruz. Dergilerde yazılarını görünce okuyor, kulağını çınlatıyorum.
Yolculuklar benim için artık zor olmaya başladı. Ankara’ya, İlhan Erdost buluşmasına dört yıldır gelemiyorum.
En son “Datça Edebiyat Günleri”ne katılabildim. Ataol, etkinliğin “Onur Konuğu” idi. Edebiyatçılar Derneği benden Ataol ile ilgili bir konuşma istedi, seve seve “evet” dedim. Konuşmamı Sincan İstasyonu’na gönderdim. Gelecek sayılarının birinde okuyabilirsin.
‘Kıyı’ dergisinde (Eylül-Ekim 2010) “Yazıevi Günlüğü” notlarını özenle okudum. Yazdıkların haber, bilgi ve bilgilendirmelerle yüklü. Bir de bu yönüyle özgün ve merak uyandırıcı.
5 yıl önce oturduğum apartmanın altında, düzayak, depomsu küçük bir mekânı kiralayıp, çalışma ve dostlarla buluşma yeri yaptım. Oturduğum daire, hemen üstümde, 4. katta. Arada dostlar geliyor; sardunyalar, sokak kedileri, kumru ve üveyikler arasında bir duble rakı ya da şarabın eşliğinde yarenlik ediyoruz. “Kar” dergisinin son sayısında Niyazi Yaşar ve sokak kedisi tekire peynir yedirirken göründüğüm fotoğraf, “İnimin” önü. “İnim” diyorum: Önceleri “sığınağım” diyordum, karım, “Benden kaçıyorsun da sığınıyorsun gibi anlaşılır” deyince, “İnim” dedim. Bu adlandırmaya itiraz gelmedi! Beş yıldır sesletile sesletile artık sözcük, bilinen anlamından soyundu; yeni, sevimli ve masum bir anlama büründü.
Arkadaşlar önceleri sözcüğü çekine çekine kullanırlardı. Şimdi gelmeden önce telefon edip, rahatça, “Abi, ininde misin?” diyebiliyorlar.
Teoman Karahun bu dünyadan ayrıldığında, Ataol Behramoğlu, Cumhuriyet’teki köşesinde duygu yüklü çok güzel bir yazı yazmıştı. Sen ki basını didik didik tararsın, nasıl atladın?.. Ben de neleri atlamışımdır.
Ataol’un belleğinde gezen Teoman Karahun’un “Sevgi” şiiridir. Senin andığın şiir de olabilir. Biz Ataol ile Teoman Karahun’u andığımızda, ikimiz birden başlarız “Sevgi” şiirinin ilk dizelerini mırıldanmaya:
Şu Ankara şehrinin sokaklarında
Dolaşırken bir kız yanıma gelse
Ben senin yıllardır beklediğin
Aradığınım dese.
Nasıl şaşırırım bilemezsiniz
Yok canım derim, içimde
Kıvanç başaklar gibi biter
Umut yeşerir gözlerimde.
Sonra anılar sökün eder uzaktan
Bir başıma dolaşırken caddeleri
Mersin, deniz kenarı, Akkahve
Bir ev şöyle inik perdeleri.
Bu annem işte bana gülen
Gözlerinde telaşların en güzeli
Geç kalma diyor, yorgunsun
-Üstümde geziniyor eli-
/…/
Sevgili Attila, şiir uzundur, bir yerde kestim. Süreğini merak eden, Ataol’un Büyük Türk Şiiri Antolojisi 2’sini açıp okuyabilir.
Şimdi ben bunları neden yazdım? İlkin sana teşekkür ediyorum: Bir güzel şairi ve şiirini gündeme getiriyor, okurlarınla tanıştırıyor, yürekten anıyor, güzelliyorsun.
Teoman Karahun’un andığın şiiri de güzeldir. Ama benim alıntıladığım şiirin ilk dizeleri, beni / bizi ilk gençlik yıllarımızda yaşanılan yalnızlık duygusunun melankolisi ile sarıvermiştir.
Bak, sana bir başka şairin şiirinden söz edeceğim. Ataol ile sevdiğimiz şiirlerden söz ederken (Şairlerden değil, şiirlerden… Bazı şiirler şairini yer, adını siler, öne geçer.) birimiz bir şiiri mırıldanmaya başlar, diğerimiz ardını getirir, (Pek çoğumuzun belleğinde yer etmiş şiirler vardır. Bunlar ayrı. Ben kıyıda köşede kalmış, çok az şiir severin bildiği şair ve şiirlerden söz ediyorum.) çoğu zaman aynı şiirlerde buluşmanın sevincini yaşarız. Birbirimizi tanımdan, birbirimizden habersiz, aynı güzel kızı sevmişiz gibi bir duygu…
Sana şimdi yazacağım şiirin şairini baştan söylemiyorum. Önce oku, sonra dipnota bak.
AŞK ŞİİRİ (*)
Dün gece evinizin etrafında dolaştım
Saçların gene omuzlarına dökülmüş
Yüzün aydınlık beyaz
Hiç değişmemişsin şaştım.
Sonra Kapuz’ u dinledim
Balkayada parçalanan dalgaları
Sırtımı bir kiraza dayadım
Düşüncenle serinledim.
Görsen yüzümü bile tanıyamazsın
O kadar uzaklarda kaldı ki
O kadar çöktü ki kalbim kederinle
Hatırlamazsın
Ne kadar isterdim
Sofranda yerim olsun
Tabağıma yemek koyasın
Bardağıma su
Halim diyesin canım benim canım
/../
Teoman Karahun’u “Unutulmuş Ozanlar”dan sayıyorsun. Bir bakıma haklısın. Ama tartışılır. Görüyorsun unutulmuyor, anıyorsun, anıyoruz. İyi şiiri kayanın altına saklasalar, bir gün iklimini bulur, kayayı çatlatır, çiçeğini açar, kokusunu insanlara duyurur.
Sevgiler, selamlar.
Metin DEMİRTAŞ
Not: Yunus Nadi Ödülü verilen Türkülerde Gezer Adları kitabımı her dosta yetiştiremedim. İlhanilhan’a uğrarsan, Kar dergisinin son sayısı ile birlikte kitabımı lütfen benim armağanım olarak alıver…
Nota ek: Kar dergisinin arka kapağındaki “Enver Gökçe ve Pablo Neruda” şiirime zemin oluşturan ‘çiviye asılı solgun palto’ fotoğrafı, fotomontaj vs. değildir. Geçen yıllarda Enver Gökçe Müzesi’inde çekilmiş, Edebiyat Öğretmeni Ramazan Turgut tarafından bana gönderilmiştir.
(*) Halim Yazıcıoğlu. “Büyük Türk Şiiri Antolojisi”, cilt 1, s. 505