- Yaşar Kemal’li Anılar - 12 Şubat 2023
- ÖLÜMÜ BEKLERKEN… - 19 Temmuz 2021
- BİTMEMİŞ BİR DAVA: SİVAS KIYIMI - 5 Temmuz 2021
Son günlerde düşünce, basın ve siyaset dünyasında yeni bir “yaprak dökümü” yaşanıyor… Birbiri ardı sıra pek çok değerli insanı yitirdik. “Göç kervanı”, dur durak demeden yol almayı sürdürüyor… “Meçhule giden gemi”, hangi limanlara uğrayacak, oralardan kimleri alacak, bilinmez…
Bilinen tek şey, sıranın bir gün bize de geleceği…
* * *
1998 yılının 25 Şubat günü gazeteye geldiğimde, Kent Haberleri Editörümüz Murat Koca vermişti acı haberi:
“Ağabey, Mehmet Koç’u kaybettik!”
Aklıma hemen, kısa bir süre önce yaptığımız telefon görüşmesindeki sözleri geldi ve “Yoksa intihar mı etti?” diye sordum.
Mide kanamasından öldüğünü söyledi Murat.
Yalnız yaşadığı için ölümünden kimsenin haberi olmamış. İşe gelmediğini gören arkadaşları, ertesi gün evine gidince, onun cansız bedeniyle karşılaşmışlar…
Böylesine trajik bir ölüm…
YAŞAMA SEVİNCİNİ YİTİRMİŞTİ
O akşam eve gittiğimde günlüğüme bakmıştım… Tam iki ay önce, 25 Aralık 1997 Perşembe akşamı aramıştı beni…
Çok iyi anımsıyorum; önce benim sağlık durumumu sormuş, sonra Antalya’dan ortak dostumuz Metin Demirtaş’ın selamlarını iletmişti… Konuşmamız sırasında kendisinin de kimi sağlık sorunları olduğundan söz etmiş, ama daha da kötüsü, yaşama sevincini yitirdiğini söylemişti. O gece ağzından garip sözler dökülmüştü. Hele, “Zaman zaman intihar etmeyi düşünüyorum!” demesi beni çok kaygılandırmıştı. Ona, her şeye karşın ve de düşmana inat, yaşamamız ve savaşmamız gerektiğini anlatmaya çalışmıştım dilim döndüğünce…
“24 Ocak’ta Uğur Mumcu için radyoda bir program yapacağım, vaktin olur da kulak verirsen sevinirim” demişti ayrılırken. Bir de açık çağrıda bulunmuştu: “Adresim çok kısa, ‘Celal Bayar, 24’. Yolun düşerse beklerim.” (Celal Bayar Bulvarı, No. 24 demek istemişti.)
İki ay sonra bu adresten Mehmet Koç’un tabutunun çıkacağını nasıl düşünebilirdim?
İSTANBUL’DA BİR SEMİNERDE TANIŞMIŞTIK
Mehmet Koç, öğretmen kökenli bir yazar ve yayıncıydı. Onunla yıllar önce Türk Devrim Ocakları‘nın (TDO) bir seminerinde tanışmıştım. Yıl 1964 olmalı. TDO’nun İstanbul / Beyoğlu, Parmakkapı’daki Genel Merkez binasında “Siyasal Akımlar” konulu bir seminere katılmıştık. Mehmet Koç, Kayseri Devrim Ocağı’nın temsilcisi olarak gelmişti toplantıya. Ben de Trabzon’dan Ömer Güner’le katılmıştım. İkimiz de “Anadolu’nun sesi”ydik. Başımızda kavak yelleri, Türkiye’de “devrim rüzgârları” esiyordu! Ne coşkulu günlerdi!
Genel Başkanımız, dünya tatlısı hukuk bilgesi Prof. Dr. Tarık Zafer Tunaya idi. Belleğim beni yanıltmıyorsa, o seminerin konuşmacıları arasında Prof. Feridun Ergin, Prof. Haluk Cillov, Prof. Bahri Savcı, Prof. İsmet Giritli, Doç. Dr. Çetin Özek ve Behçet Kemal Çağlar gibi, dönemin önde gelen siyaset ve kültür insanları, öğretim üyeleri vardı. TDO ailesinin seçkin üyeleri Av. Kemal Okvuran, Nejat Şen, Devrim Erbil, Nurten Tuç, Günay Akarsu, Gülsevil Erdem, Ayhan Dinç ve daha niceleri de oradaydı…
Mehmet Koç o sıralar öğretmendi; aynı zamanda Türk Devrim Ocakları’nın Kayseri Şubesi’nde yöneticiydi. Ama daha da önemlisi, eli kalem tutan bir gençti. Bozuk Düzen adlı kitabı yeni çıkmıştı. Kayseri’de bastırdığı kitabını oracıkta imzalayıp armağan etmişti bana…
DELİFİŞEK ANADOLU ÇOCUĞU
Mehmet Koç, uzun boylu, kara kuru, zayıf nahif ama delifişek bir Anadolu çocuğuydu. İlk tanışıklıkta kanımız kaynamıştı birbirimize. Sonraki yıllarda Ankara’da sık görüşür olduk. Çok mert, yiğit bir çocuktu. Metin Demirtaş’ın da yakın arkadaşıydı…
Onu bir ara TÖS’ün Ankara, Tuna Caddesi’ndeki Genel Merkezi önünde kitap satarken görmüştüm! Öğretmenlerin sendikal örgütlenmesine katıldığı için görevinden alınıp işsiz bırakılmıştı. O da bu haksız uygulamayı protesto etmek ve yaşamını sürdürebilmek amacıyla Sendika önündeki kaldırımda kitap sergisi açmıştı! Sanıyorum Türkiye İşçi Partisi’ne yakınlık duymaya da o yıllarda başlamıştı. Bir daha hiç koparmadı partisiyle gönül bağını…
Mehmet Koç’u sonraki yıllarda TRT’de programcılık yaparken görüyoruz… Bu kez, “Özerk TRT” savaşımının içindedir. Bir yandan halkı aydınlatıcı izlenceler hazırlarken, bir yandan da Çağdaş Gazeteciler Derneği çatısı altında yürütülen kavgaya omuz vermektedir…
Ama daha sonra ülkenin üzerine çöken “12 Eylül karanlığı”, her kesimdeki yurtseverler gibi, TRT çalışanlarını da sağa sola savuracaktır… Bu filizkıran fırtınasından Mehmet Koç’un payına düşen de yeni bir sürgün olacaktır.
101 arkadaşıyla birlikte, Kurum dışında, uzmanlık alanıyla hiç ilgisi olmayan bir işe gönderilir Mehmet Koç. Yine “kızak”tadır!
SESSİZ ÖLÜM
Mehmet Koç’un TRT’deki son görevi, Ankara Radyosu Eğitim ve Kültür Yayınları Müdürlüğü’nde prodüktörlüktü. O, ancak 12 Eylül’ün üzerinden yıllar geçtikten sonra yeniden aktif yayıncılık görevine dönebilmişti.
Her zaman gösterişsiz, alçakgönüllü ve özveriliydi. Hiçbir zaman toplumcu görüşleri savunmaktan geri durmadı; öğretmenlerden ve öğretmen hareketinden kopmadı; “Özerk TRT” ülküsünden vazgeçmedi; dürüst yayıncılık ilkesinden ödün vermedi.
Her zaman gericiliğe karşı aydınlığın ve aydınlanmanın yanında oldu; emekçilerin, namuslu aydınların, yurtseverlerin, devrimcilerin safında yer aldı.
Ne yazık ki erken yaşta yitirdik onu.
Sıradan bir yurttaş gibi sesiz yaşadı ve öyle de öldü.
Habersiz ve apansız ayrıldı aramızdan…
Ölümünden çoğu arkadaşının haberi olmadı…
Güneşli bir kış günü, Ankara’daki bekâr odasından apar topar alınan cenazesi, Konya / Ereğli’nin Yazlık köyünde sessiz sedasız toprağa verildi…
Ne alkış ne söylev…
Üstelik birkaç gün sonra duyuldu acı haber.
Ardından hüzünlü bir yazı yazdım Siyah Beyaz gazetesinde: “Bir Garip Ölmüş Diyeler…”.
Mehmet Koç’un ölümü, tam da Yunus Emre’nin tanımladığı gibi olmuştu:
“Bir garip ölmüş diyeler
Üç günden sonra duyalar
Soğuk su ile yuyalar
Şöyle garip bencileyin”
Eğreti bir duruşu vardı sanki bu dünyada.
Her an gitmeye hazır gibiydi.
Yaşarken pek duyumsatmamıştı varlığını.
Belki de o yüzden böyle sessiz gitti…
Sağol Attila… KOÇ’u, kimliğine, kişiliğine uygun aktarmışsın. Yüreğine sağlık. Dünyalar iyisi bir arkadaştı. Alaettin’e başka bir resim daha göndermiştim. Ama, çok net değildi. Ama, o resmin öyküsü ilginç gelebilir sana. 1991’de mültecilik dönüşü, TRT’-DER’ci arkadaşların düzenlediği bir yemeğe gelmeyi reddetmişti. Oysa gerçekten çok özlediğim bir arkadaşımdı. Ben aradım. “Abim ben senin yemeğine hangi yüzle katılacağım. Sen yurt dışındasın diye ne sordularsa, sana yükledim içerde.Çıktıktan sonra da, kayınpederin Seyfettin Amcaya aktardım durumu.” deyince; “KOÇ, ben de senin yerinde olsam aynı tavrı alırdım. Seni çok özledim. Mutlaka görmek istiyorum” deyince, ertesi gün, Belediye’nin Yunus Emre Salonu’ndaki yemeğe geldi. Özlem giderdik. Işıklar içinde olsun hep. Özlemle, sevgiyle anıyorum Mehmet KOÇ’u. Teşekkürler.