- Yaşar Kemal’li Anılar - 12 Şubat 2023
- ÖLÜMÜ BEKLERKEN… - 19 Temmuz 2021
- BİTMEMİŞ BİR DAVA: SİVAS KIYIMI - 5 Temmuz 2021
“Felaket Ali”yi epeydir aramamıştım. Küfür yemeden arayayım dedim. Ancak, bu kez değişik bir arama olsun istedim. Ali’yi biraz işletmek geçti içimden. Gece yarısına doğru telefonu çevirdim ve “Ben Kanal 9’un ‘Uykusuz Geceler’ programından arıyorum. Adım Mustafa Geceyatmaz! Sizinle bir program yapmak istiyorum. Erotik şiirlerinizden birkaçını canlı yayında okur musunuz?” dedim.
Kanalı da program adını da uydurmuştum! Ali, bir süre duraksadı telefonda, ne diyeceğini bilemedi. Sonra, “Kanal 8 mi dediniz?” diye sordu. “Hayır, Kanal 9” dedim, kararlı bir biçimde. “Böyle bir kanaldan haberim yok, yeni mi?” diye üsteledi. “Yeni değil, kablo yayında!” diye yanıt verdim. “Haa, ben kablo yayında değilim, o yüzden bilmiyorum” dedi. Ardından, “Kitabımı gördünüz mü?” diye sordu. “Evet, Elmacık Kuşu’nu okudum. Özellikle erotik şiirlerinizi çok beğendim” dedim. “Nereden buldunuz kitabımı?” diye sordu bu kez. Sonra, bir şey anımsamış gibi hemen ekledi: “Bugün otobüste bir kıza verdim kitabımı. Ablası TV 8’de çalışıyormuş. Oradan haberiniz oldu sandım...” Ali’nin, kitabını daha önce Metin Uca’ya verdiğini biliyordum.
“Hayır, Metin Uca’dan aldım” dedim.
“Yaşar Kemal’le de ilgili şiirlerim var, gördünüz mü?” dedi.
“Evet, o uzun şiirinizi de biliyorum” dedim.
Birden, “Attila Aşut, o şiirimi çok beğenmiş ve ‘destansı’ diye nitelemişti” demez mi! Gülmemek için kendimi güçlükle tutarak, “Attila Aşut da kim?” diye sordum. “Nasıl tanımazsınız, yazar ve şairdir. Eskiden Siyah Beyaz gazetesinde yazardı” dedi. Artık dayanamadım ve “Yok yaa! Demek Attila Aşut ‘destansı’ bulmuş şiirinizi!” deyip makaraları koyverdim…
Gülmeye başlayınca Ali tanıdı beni. İşletildiği için biraz bozuldu ama yine de ağzını bozmadı. “Hay Allah, bunda bir iş var diye düşündüm ama emin olamadığım için bir şey diyemedim. Fena tufaya geldik!” dedi. Sonra o da kahkahalarla gülmeye başladı. En çok da şu Mustafa Geceyatmaz adına takılmıştı. “Yahu, böyle biri vardı değil mi?” diye sordu. “Evet” dedim, “Uykusuz Geceler programı için Mustafa Geceyatmaz’dan daha uygun bir ad olabilir mi?”
Ali, bir içki bağımlısı. İçince felaket oluyor. Zaten ona “Felaket Ali” adını, Ankara’daki Kalem Lokantası günlerinde Mehmed Kemal takmıştı. Sonraları gerçek adı unutuldu, “Felaket Ali” olarak anılmaya başlandı. Bakmayın ayyaşlığına siz, entel adamdır. Mustafa Ekmekçi, onun öykülerine sık sık yer verirdi “Ankara Notları” köşesinde.
On beş gündür içmiyormuş…
Ali, zaman zaman böyle kısa molalar veriyor içki faslına. Midesini, karaciğerini dinlendirmesi gerekiyormuş. Uzun söyleşimiz boyunca birbiriyle ilintisiz bir sürü şey anlattı. Ama bu gece hiç küfür etmedi! Demek ki ayıkken ağzını bozmuyor.
Geçenlerde Sakarya Caddesi’ndeki havuzun başında bitirimlerle demlenirken çantasındaki bütün parasını kaptırmış. “Gitti bizim emekli maaşı!” diye hayli dövünmüş ama nafile, kapkaççılar yakalanamamış…
Bu akşam NTV’de, “Gündemdışı” programını izlediğini söyledi. Gani Müjde, program konuğu Zülfü Livaneli ile yeni romanı Mutluluk üzerine konuşmuş. “İyi” dedim, “Zülfü sonunda muradına erdi, milletvekili de oldu! Bundan sonraki hedefi herhalde Kültür Bakanlığı’dır.”
Zülfü’yle tanışıklığımız hayli eskidir. 1966 yılında, yabancı bir ilaç firmasının (yanlış anımsamıyorsam Alman Merck’in) Karadeniz Temsilcisi olarak gelmişti Trabzon’a. Ben o sırada Türkiye İşçi Partisi’nin İl Başkanı’ydım. Bir gün çat kapı partiye geldi, kendisini tanıttı. Babası, Yargıtay daire başkanlarından Mustafa Sabri Livanelioğlu idi. Bu nedenle, Zülfü’nün Trabzon’da ilk ziyaret ettiği kişi, Cumhuriyet Başsavcısı olmuştu. Partiye geldiği gün anlatmıştı: Savcının masasında, benim çıkardığım sosyalist gazeteyi görmüş. Üzeri, baştan aşağı kırmızı kalemle çiziliymiş. Artvin’den hemşerisi olan savcının, “Rus” sözcüğünü “Urus” diye telaffuz ettiğini söylemişti de çok gülmüştük!
Zülfü Livaneli, mürekkep yalamış, ağzı laf yapan, zeki, esprili, hoşsohbet bir gençti; edebiyatla da ilgiliydi. Müzikle ilişkisini daha sonra öğrendik. Trabzon’a yerleşmeyi düşünüyordu. Kendisine yardımcı olduk ve Yenimahalle’de bir ev tuttuk ona. Eşini de getirmişti Trabzon’a. Bazı akşamlar evinde toplanırdık, saz çalardı bize. Sık sık TİP Trabzon İl Merkezi’ne gelirdi. Karadeniz’de geniş bir çevre edinmesini sağlamıştık…
Zülfü o yıllarda sıkı bir sosyalistti. Öyle ki Mehmet Ali Aybar’ı yeterince Marksist bulmadığı için TİP’in başına Mihri Belli’nin geçmesi gerektiğini söylüyordu. Hatta MDD’cilerin bu konudaki girişimlerine açık destek veriyor, bizi de o çizgiye çekmeye çalışıyordu.
12 Mart askeri darbesini izleyen günlerde tüm yurtta aydın avı başlamıştı. Zülfü Livaneli de bu furyada yetmiş kadar Karadenizli devrimciyle Trabzon’da gözaltına alınmış ve Ankara’ya getirilmişti. Zülfü Livaneli, Yıldırım Bölge’de kısa bir süre tutuklu kaldı. Uydurma bir davadan yargılanmıştı. Sanıkların çoğu Karadenizli olduğundan, Mustafa Ekmekçi bu davaya şaka yollu “Titrek Hamsi Hücresi” adını takmıştı!
Zülfü Livaneli aklanıp cezaevinden çıkınca İsveç’e gitti, Yaşar Kemal’in kanatları altında orada iyi bir çevre edindi. Ortalık durulunca yurda döndü ve Özal iktidarında, döneklerin doluştuğu Sabah gazetesinde o da bir köşe kaptı. Şimdi, IMF tahsildarı Kemal Derviş’le aynı partide politika yapıyor! Ben en çok, 12 Eylül sonrasında Mamak Cezaevi’nde Zülfü’nün türkülerini mırıldandıkları için askerlerden sopa yiyen devrimci gençlere yanarım! Askeri Cezaevi’nin İç Emniyet Âmiri olan “Jilet” lakaplı yüzbaşı, bir gün bizim koğuşu topluca dışarı çıkartarak Zülfü’nün “Allahsız komünist” (!) olduğunu söylemiş, ardından da “yıkım” emrini vermişti.
Hey gidi günler, hey!.. Kimler nerelere savrulmuş şimdi! Ama Allah’ı var, bizim “Felaket Ali”, taşfırın erkeğidir! O, sapasağlam yerli yerinde duruyor! Telefonda, Edebiyatçılar Derneği’nden yakındı biraz. Etkinliklerden haberi olmuyormuş. “Bana bülten göndermiyorlar, toplantı olduğunda haber ver de geleyim” dedi. “Benim de pek haberim olmuyor dernek çalışmalarından” dedim, “Bir süredir gönül bağımı koparmış gibiyim. O hâlâ Burhan Günel’in Başkan olduğunu sanıyordu. “Hayır” dedim, “Burhan görevi bırakalı iki yıl oldu. Yönetim şimdi başka bir ekibin elinde...”
Ali, keyifli bir günündeydi. Bitirirken, “Çok sevindim aradığına!” dedi ve “damardan” bir teşekkür etti…
(Damar, Ağustos 2003, Sayı: 149)
* * *
EK
Ali Hüsrevoğlu, yaşamının son dönemini Ankara’daki Ümitköy Huzurevi’nde geçiriyordu. Ancak alkol bağımlılığından kurtulamadığı için orada kimi sorunlar yaşıyordu. Bazen hemşirelerle konuşup durumunu soruyordum. Bana huzurevi kurallarına uymadığını söylüyor, disiplinsiz davranışlarından yakınıyorlardı.
Beni genellikle gece yarısı sabit telefondan arardı. Alışmıştım artık, o saatte çalan telefon mutlaka ona ait olurdu. Fakat son zamanlarda iyiden iyiye sıkıntı vermeye başlamıştı bu aramalar. Çünkü genellikle sarhoşken arıyor, içinde kötülük olmasa da çok küfürlü konuşuyordu.
Rahatsız olmaya başlamıştım. Uyarılarım da sonuç vermeyince, çareyi telefonlarını açmamakta bulmuştum.
Bir süre sonra Huzurevi’ni aradığımda, artık orada olmadığını söylediler. Nereye gittiğini bilmiyordum.
Yıllar sonra Murat Koçak benden Ali Hüsrevoğlu’nun “Elmacık Kuşu” kitabını isteyince yeniden aklıma düştü.
“Nasıl bulurum bu adamın izini?” diye düşünürken aklıma İzzet Polat Ararat geldi. Sevgili İzzet, Ali Hüsrevoğlu’nun eniştesiydi ve benim de Türkiye İşçi Partisi’nden yakın arkadaşımdı. İzmir’de buldum kendisini ve Ali’yi sordum. Yanıtı hüzne boğdu beni:
-15 Nisan 2014’te Kırşehir’de Yaşlı Bakımevi’nde öldü. Cenazesi ertesi gün Ankara’ya getirilerek Karşıyaka Gömütlüğü’nde toprağa verildi.
İşte size “Bir garip ölmüş diyeler” öyküsü daha!
Kimin umrunda bilmiyorum ama ben yine de duyurmuş olayım:
Yaşar Kemal’in Kayseri’den arkadaşı, Ankara sanat ortamlarının renkli siması, “Elmacık Kuşu”nun delişmen ozanı Ali Hüsrevoğlu, (nam-ı diğer “Felaket Ali”) yaşamıyor artık…
(6 Aralık 2020)
* Yazarın, 2003 yılı Behzat Ay Yazın Emek Ödülü’ne değer görülen denemelerinden biri.
Sayın Aşut,
Felaket Ali benim ağabeyim olur. İzzet Ararat ile karşılıklı enişte olurlar. Yani, birbirlerinin eniştesi olurlar.
Felaket Ali’nin bir de, “Yorgun Savaşçılar Meyhanesi” n de (Tuna Lokantası) Fukara Tahir’in sekreteri ve de katili olan Emrullah’ın kafasına yoğurt dökmesi vardır.