Ben onu Düş Gezginleri’ nin Erhan Doğan’ ı olarak bilirken, o, 1972’ lerde “Sekseninci Sayfa” adıyla çıkan öykü kitabının yazarıymış meğer. 2017 yıllarına kadar bendeki Erhan Doğan imgesi; sayısız şairin şiirini besteleyip alanlarda, etkinliklerde söyleyen bir müzisyen Erhan Doğan’ dı.
Hâlâ youtobe kanalından açar izlerim, en son da Hüseyin Yurttaş’ ın bir şiirinden yaptığı bestesini dinlemiştim.
Sonra benim de kültür müdürlüğümün son ayları olsa gerek, yani 2018’ lerin sonu, Erhan Doğan’ la bir arkadaşım vasıtasıyla oturduk bir yerde çay içtik. Müzikten edebiyattan konuştuk.
Bana Sekseninci Sayfa kitabını imzaladı, kitabı mahcup bir edayla aldığımı anımsıyorum.
Çünkü bir dolu edebiyat etkinliğine, en acısı da Öykü Günleri gibi bir etkinliğe Erhan Doğan’ nı bir kez bile çağırmak aklımıza gelmemişti.
Demek ki ben farkında değilmişim, ama düzenleme kurulunda olan arkadaşlara ne demeli, bilmiyorum.
Her neyse, Erhan’ nın imzalı öykü kitabını alınca edebiyatçı yanının farkına varmış oldum öylece. İçinizden ‘ günaydın’ diyeninizin seslerini duyuyorum, ama durumun tam da böyle olduğunu söylemek zorundayım!
O tarihlerde kitaptan bir iki öykü okumuş ve kitaplığa koymuştum.
Petra’ nın Kollarında romanının çıktığını duyduğumda, romanı daha görmemiştim ama Sekseninci Sayfa kitaplığımdaydı, aldım yeniden okudum.
Öykülerde belirgin bir olay örgüsü görülmüyor, daha çok anılar, gözlemler öne çıkıyordu.
Ayrılıkları, iç kırıklıklarını, unutulan aşkları anlatan şiirsel bir dil öykülerin geneline hâkim.
Ben, kuşkusuz edebiyat eleştirmeni değilim, o nedenle haddimi aşmak istemem, ama gördüğüm sanki Sait Faik tadında…
Mesela:
“mevsim değişiyor…
Poyraz soğuk getirdi bu kente. Yapraklar artık tutunamıyor dallarına. Savrulup, dağılıyorlar…
İnce bir mırıltı çıkarıyorlar yerlerde sürünürken…
Sonbahar şarkısı. Sarının tonları ne çokmuş? Bu berrak hava neyin habercisi? Denizdeki bu kıpırtı?” (Sekseninci Sayfa, 2014, Kanguru Yayınları, 2. Baskı, shf.50)
Bu satırlar sözünü ettiğimiz kitaptan, Aytuğ’ a diye başlayan bir öyküden.
Sonbahar betimlemesinin güzelliğini gördünüz mü?
PETRA’ NIN KOLLARINDA
Hatırladınız mı Ezginin Günlüğü’ nden Hüsnü Arkan da artık müzisyenliğinin yanında bir edebiyat adamı, romanları zevkle okunanlardan.
Erhan Doğan da bu yoldan gidebilir mi?
Neden olmasın, müzikte hayatın ritmini yakalayanlar, edebiyatta da dili iyi kullanarak notalarda olduğu gibi; insanın ve evrenin gizini ve ritmini niye yakalamasın ki?
Şimdi gelelim Petra’ nın Kolları[1] romanına.
Benden bir eleştirmen tadında değerlendirme beklemediğinizi biliyorum!
O halde söyleyeceklerim kendi öznel bakışımdan ibaret görülmeli.
Ve tabii ki roman için bir giriş yazısı olarak kabul edilmeli, daha fazlası değil!
***
Romanı okurken, neden bunca toplumsal konu varken, antik döneme kadar uzanan mitolojik öyküler, krallar; Kudüs, Amman, İskenderiye şehirleri bağlamında geçen olaylar ele alınmış diye bir soruyu sormadan edemedim.
Elbette bir okur olarak yazarı konu seçiminden dolayı suçlamak mümkün değil, benimkisi bir serzeniş, o kadar.
Elbette uzun uzun romanın konusunu anlatacak değilim.
Kısaca değinmek gerekirse, Antik dönem Petra kentine bir uçak yolculuğu, bu vesileyle orada görülenler, yaşananlar romanın konusu.
“ Buraya Roxane’nin aşkını unutmaya gelmiştim.
Çöldeydim.
Üstüm başım kum, ağladığımı sanıyordum ama gözyaşlarımı bulamadım.” diye başlıyor roman.(shf.13)
Romanın ana kahramanı Göksenin’ dir bu düşlerinin peşinde giden kişi.
Göksenin, den başka Taylan Bey, doktorları Hakan ve Yalçın Bey, Göksenin’in sevgilisi Tinsu romanın ana kahramanları.
Bu heyetin antik kentlerdeki maceralarını, orada yaşadıklarını adım adım anlatılıyor.
Hemen söyleyelim romanın kahramanları kalabalıktır ama esas sürükleyen Göksenin.
Göksenin, kimi kez düş görür, kimi kez tarihsel ve mitolojik konulardaki bilgileriyle olayları yönlendirir.
Zaten roman bir bütün olarak mitolojik bir atmosferde yol alıyor.
Antik dönemlerde yaşanmış gizemli ve hikmetli öyküler, bu öykülerin geçtiği İskenderiye, Amman, Kudüs, Mekke, Cidde gibi şehirler romanın geçtiği ana mekânlar.
Çoğu kere düşle gerçek iç içedir yaşananlarda, gerçekle düş birbirinin içine geçer. Göksenin’ nin gördüğü düşler gerçekle çoğu kez yer değiştirir.
Kimi zaman şehir anlatılır, bir bakarsınız o şehirde yaşayanların da bilmediği Antik dönemden kalma mağara, bilinmedik dehlizler, platolar keşfedilir.
Mistik ve mitolojik bir atmosfer romanın arka fonunda varlığını hep hissettirir.
Sözü edilen mekânlarda krallar, prensesler romanımızın kahramanlarını misafir ederler.
Göksenin, ‘Troyalı Ozan’ olarak adlandırılır bu mekânlarda ve kendisinden misafiri olduğu krallık için şiirler yazması ve sonrasında yapılan şenliklerde bu şiirleri okuması istenir.
Romanda sözü edilen şiirleri görürüsünüz. Buraya hemen bir not düşelim:
Romanın girişinde; Ataol Behramoğlu, Ahmet Telli, Aydın Şimşek, Veysel Çolak gibi edebiyatın önemli isimleri romanın edebi içeriği; Prof.Dr.Fikret Yergül den İhsan Eliaçık’ a kadar uzanan listedeki isimler ise bilimsel içerik için başvurulan kişiler olarak belirtilmiş.
En azından şiirleri bu gözle okumak gerekir.
**
Şiirler sizi Antik Roma dönemindeki şenliklere götürüyor..
Sanıyorum yazar da bunu amaçlamış olmalı.
Her seferinde mitolojik öyküler çıkıyor, bu anlatılardan dersler bu dünyaya taşınıyor.
Buna bir de Göksenin’ in bu dönemlere ilişkin rüyalarını eklemek gerekiyor.
Göksenin, her seferinde bir rüyaya dalıp bir antik şehre gidiyor, orada ‘ Troyalı Ozan’ olarak itibar görüyor, yazdığı şiirleri oranın halkına okuyor. Sonra o rüyaları ekibe ‘hikmetli’ bir anlatı olarak sunuyor.
Rüyasında gördüğü Petra’daki Kral Aretas, Prenses Shaguelat böyle figürler..
Bunlar gerçekle düş arasında Göksenin’in dünyasında gidip gelen olaylar:
Kimi kez romanda hoş bir rüya olarak anlatılıyor, bir başka zamanda ise mitolojik bir gerçekle harmanlanmış gerçek bir olaya dönüşüyor.
Ayrıca roman arka planında göndermeleri de olan bir içeriğe sahip.
Bu ekip antik şehirlerde yolculuğa çıkmışken, aynı anda yer yer değinilip geçilen bizim ülkemizde bir faşist darbe yaşandığı gerçeği de romanın arka fonunda flu da olsa anlatılıyor.
Darbeyi bahane edip ülkemizi işgale yeltenen ABD güçleri, buna karşı yurtsever güçlerin karşı koyması gibi yan konular da romanda yer alıyor.
Temelde mitolojiyi seviyorsanız okumanız gereken bir roman.
Bir de bütün bu mekânlar karekodla izlenebiliyor.
Bu da teknolojinin romana taşınması ki ayrıca ele alınması gereken bir konu.
Bence Erhan Doğan’ n müzisyen kimliğinin yanına edebiyatçı kimliğini ekleyenlerden.
Bu bakımdan yeni romanlarını görürsek şaşmayalım.
İyi de olur!
Ya müzisyen diye tanıdığımız Erhan Doğan işte böyle…
[1] Erhan Doğan, Petra’ nın Kolları, Düşgezginleri Yayınları,2. Basım 2021, İzmir