Tarih, tamı tamına 12 Ocak 1991. Günlerden cumartesi…Türkiye Birleşik Komünist Partisi’nin (TBKP) ilk yasal kongresi Ankara’da toplanıyor. Maltepe’deki Şato Yazar Düğün Salonu tıklım tıklım dolu. İzleyiciler arasında ANAP’ın, DYP’nin, SHP’nin temsilcileri de var. Delegelerin ve konukların bir bölümü ise yurtdışından gelmiş. Ortalık çok sakin. Herkes büyük bir merakla kongrenin başlamasını bekliyor.
Değişik bir ortamla karşı karşıyayız. Sosyalist partilerin kongrelerinde işitmeye alışık olduğumuz ateşli sloganlar burada duyulmuyor… Ne parti bayrağı ne orak-çekiçli posterler… Salonun iki duvarına asılmış birkaç pankartı saymazsanız, ortada Komünist Partisi’nin kongresini simgeleyen hiçbir işaret de görülmüyor. Sahnenin arkasındaki beyaz perdeye, komünist önderlerin fotoğrafları yerine, “Beatles” topluluğundan Jonn Lennon’un dev bir görüntüsü yansıtılmış… Sanki 70 yıldır yeraltında çalışan bir partinin kongresine değil de bir “pop müzik dinletisi”ne gelmiş gibiyiz. …
Bir süre sonra, Lennon’dan ünlü “Imagine” parçası çalınmaya başladı; parçanın ardından kongrenin açılışına geçildi. Tam bu sırada yaşlı bir kişinin yerinden kalkarak sahneye doğru ilerlediğini gördük. Yaşlı adam, merdivenleri güçlükle çıkıp sahnenin önüne gelince biraz soluklandı ve Divan Başkanı’na, “Bir dakika…” dedi, “Bizim bildiğimiz, komünist partilerinin kongreleri Enternasyonel’le açılır!” Sonra sağ yumruğunu havaya kaldırıp işçi sınıfının uluslararası marşını tek başına söylemeye başladı:
“Uyan artık uykudan uyan / Uyan esirler dünyası / Zulme karşı hıncımız volkan / Bu ölüm dirim kavgası…”
Salondakiler birden ayağa kalkarak yaşlı adama eşlik etmeye koyuldular:
“Yıkalım bu köhne düzeni / Biz başka âlem isteriz / Bizi hiçe sayanlar bilsin / Bundan sonra her şey biziz…”
Marşın nakarat bölümünde ise coşku doruktaydı:
“Bu kavga en sonuncu kavgamızdır artık / Enternasyonal’le kurtulur insanlık…”
Marşın bitiminde müthiş bir alkış koptu… Sahnede, yumruğu havada, dimdik duran yaşlı adamın yüzü ve “çocuk gözleri” gülüyordu. İşte yine tarihsel görevini yapmış, partisinin 70 yıl sonra ilk kez günışığında toplanan kongresinde komünist geleneğe uygun bir açılışı gerçekleştirmişti…
O gün TBKP Kongresi’nde sahneye fırlayarak delegelere ve konuklara “Enternasyonal” marşını söyleten bu 90’lık komünistin adı, tarihsel TKP’de “Boz Mehmet” olarak tanınan Mehmet Bozışık’tı…
16 YILI HAPİSTE GEÇTİ
Bozışık, 21 Eylül 1901’de Kavala’da doğmuş, komünist hareketle, Yunanistan Komünist Partisi’ne bağlı “Kızıl Sendikalar” içinde çalışırken tanışmıştı.
1924 yılında genç bir tütün işçisi olarak İstanbul’a göç etmiş, 1927’de Türkiye Komünist Partisi’ne (TKP) üye olmuştu.
İşkence, mahpusluk, sürgün, yaşamının ayrılmaz parçası olmuştu. İstanbul’un ünlü Sansaryan Hanı’nı mesken tutmuş, askeri tukevlerinde ömür tüketmişti. İlk tutukluluk tarihi, partiye girişinden hemen sonraya rastlar: 17 Ağustos 1928. Sultanahmet Cezaevi’ne kapatılır. TKP’nin önde gelenlerinden Dr. Şefik Hüsnü ve Dr. Hikmet Kıvılcımlı ile tanışması da bu cezaevinde olur. Tutuklanmalar ve hapis cezaları bundan sonra birbirini izler.
Bozışık, parti çalışmaları nedeniyle dokuz kez tutuklanmış, toplam on altı yıl hapis yatmış, beş kez de sürgüne gönderilmiştir. En ağır cezayı, 1950 yılında Kore’ye asker gönderilmesini protesto ettiği için almıştı. İstanbul’da son tutuklandığında ise tam 88 yaşındaydı!
MOSKOVA’DA BİLİMSEL SOSYALİZM EĞİTİMİ
1928 yılında cezaevinden çıktıktan sonra partisi onu, sosyalizmi bilimsel olarak öğrensin diye Moskova’daki “Doğu Emekçileri Komünist Üniversitesi”ne (Kommunistiçeski Universitet Trudyaşçihsya Vostoka) gönderdi.
1932’de Moskova’dan yurda dönünce, İstanbul / Eyüp’te yapılan TKP 4. Kongresi’nde Zeki Baştımar ve Reşat Fuat Baraner gibi parti önderleriyle Merkez Komitesi üyeliğine seçildi.
TKP tarihinin önemli dönemeçlerinden birini oluşturan “51 Tevkifatı”nda hapse atılan 184 komünist arasında “Boz Mehmet” de vardı. Yine uzun süre cezaevinde kaldı.
12 Eylül darbesinden sonra yurtdışına çıktı, sekiz yıl oradan oraya sürgün dolaştı. TKP’nin TİP ile birleşip TBKP adını almasından sonra, “yasala çıkma” çalışmalarına katılmak üzere Nihat Sargın ve Haydar Kutlu’nun ardından 1989 yılında Türkiye’ye döndü; SBP ve BSP süreçlerine katıldı. Daha sonra, “Marksizm’den radikal biçimde kopma”yı savunan kimi TBKP yöneticilerinden ayrılarak “Bolşevik” çizgisini sürdürdü.
SER VERİP SIR VERMEYEN KOMÜNİST!
O, “Türkiye’nin en yaşlı komünisti” idi. Adı, Mehmet Bozışık’tı ama yoldaşları arasında daha çok, “Boz Mehmet” diye anılırdı. Bozışık’ın can yoldaşlarından Şoför İdris (İdris Erdinç), onun zor günlerde TKP’yi nasıl toparladığını şöyle anlatıyor:
“1930’larda Türkiye komünist hareketi, polis baskıları ve tutuklamalar nedeniyle dağınık bir durumdaydı. Bütün parti yapısı dağılmıştı. İşte tam da bugünlerde, dört yıllık Sinop hapisliğini tamamlayan eski tütün işçisi, işçi lideri, komünist önder Mehmet Bozışık, hızır gibi yetişti. İlk işi, il örgütlerini yeniden kurmak oldu. Eski parti yapımız ölüm kalım savaşı veriyordu. Gerek merkez, gerekse iller düzeyindeki yoldaşların çoğu tutuklu, bir kısmı da ülke dışındaydı. 1932 yılında dört yıl ceza alan Boz Mehmet yoldaş, 1936’da tahliye olmuştu. Onunla beraber yargılanan Halil Yalçınkaya ve Hüsamettin Özüdoğru, keza sürgündeydiler. Mehmet Bozışık hemen harekete geçip, partiyi yeniden yapılandırma mücadelesine girişmişti. Boz Mehmet’i ilk tanıdığım günü ve o günkü kelimeleri hiç unutmam. Beşiktaş ile Dolmabahçe arasında yürüyordum. Önüme çıkarak, ‘Dur bakalım küçük İdris yoldaş’ demişti. Birden irkildim ve çok heyecanlandım. Karşımda iri yapılı ve gerçekten de boz bir yoldaş duruyordu…” (Yeni Açılım, Mayıs 1989, Sayı:13, s .71-72)
Birkaç yıl önce toprağa verdiğimiz TKP’nin eski kuşak militanlarından İdris Erdinç, büyük saygı duyduğu Mehmet Bozışık’ın polisteki direnişini anlatırken de şunları yazmıştı:
“1932 Balat. İllegal parti evi. Boz Mehmet, parti Merkez Komitesi Sekreteri. Sinop’ta bir bavulla yakalanıyor, ayaklarının tırnakları sökülüyor, yine de bavulun kendisine ait olduğunu kabul etmiyor. Aynı şekilde Balat’taki parti evini de vermiyor. Böylece, parti evinin sorumlusu Topal Yunus ve karısı Ayşe yoldaşlar tevkifattan kurtulmuşlardı…” (Yeni Açılım, Temmuz 1989, Sayı: 15, s. 87)
DOKUZ PADİŞAH GÖRMÜŞTÜ!
Mehmet Bozışık, tam 97 yaşındaydı. Uzun yaşamı boyunca üç padişah, dokuz cumhurbaşkanı görmüştü.
Ömrünü “komünizm” ülküsüne adamış, son nefesine değin bu ütopyanın peşinden koşmuştu. Çok acılar çekmiş, nice yoldaşının trajik ölümüne tanık olmuştu. Ama bu güzelim memlekette eşitlik, özgürlük ve adalet düzeninin “bir gün mutlaka” kurulacağına olan inancını hiç yitirmemişti. İdeolojisinden, bulunduğu safta olmaktan hep onur ve mutluluk duymuştu. Sovyetler Birliği’nin ve sosyalist sistemin dağılmasından derin bir acı duysa da umutsuzluğa kapılmamış, sağa sola savrulmamıştı. Zoru görünce bocalayıp saf değiştiren “tatlı su devrimcileri”nden değildi çünkü.
Bozışık, ileri yaşına ve sağlık durumunun uygun olmamasına karşın “delikanlı komünist”liği de elden bırakmadı hiç. “Şoför İdris” gibi, o da dur durak demeden barış, demokrasi ve sosyalizm kavgasının “sıra neferi” olmayı sürdürdü. Kimi zaman grevdeki işçilerle dayanışmaya, kimi zaman “Cumartesi Anneleri”nin yardımına koştu. TBKP duruşmalarının, 1 Mayıs gösterilerinin, protesto yürüyüşlerinin, anma toplantılarının gediklisiydi. Oysa uzun süredir prostat kanserinden ve böbrek yetersizliğinden rahatsızdı…
Türkiye komünist hareketinin bu “ulu çınar”ı, 27 Ağustos 1998 günü ağırlaştı. Dostları onu SSK Samatya Hastanesi’ne kaldırdılar. Ne var ki tıbbın olanakları da sınırlıydı. Sayrılarevinde diyaliz makinesine bağlı olarak yaşama gözlerini yumdu.
ALKIŞLAR BOZ MEHMET İÇİN!
Onun ölüm haberi, benim için Nâzım’ın “Gece Gelen Telgraf”ı gibiydi:
“Gece gelen telgraf / dört heceden ibaretti: ‘V e f a t e t t i’ / İmza yok. / Bu dört hece bile çok.” (…)
Satıcılar geçiyor mahalleden. / Bakıyorum / gece gelen telgrafa. / O mükemmel bir kafa / mükemmel bir yürek, / yumruklarıyla erkek / gözleriyle çocuktu. / Hudutsuz ve Allahsız bir baştı o. / Yoldaştı o…”
“Boz” yoldaş, 30 Ağustos günü, vasiyetine uygun olarak, dinsel tören yapılmadan Feriköy Gömütlüğü’nde toprağa verildi. Orak-çekiçli kızıl bayrağa sarılı tabutunu gururla omuzlayan yaşlı yoldaşlarının içten gözyaşları ve alkışları arasında…
Çok az insan bu alkışları onun kadar hak etmişti…