imgelem Eski KİŞİSEL OLAN POLİTİKTİR!..

KİŞİSEL OLAN POLİTİKTİR!..

Toplumsal cinsiyete dayalı şiddet, kadın-erkek, erkek-erkek, kadın-kadın arasında gerçekleşir. Bunlar fiziksel, psikolojik, cinsel, ekonomik ve sosyo-kültürel şiddettir. Bu tür şiddet daha çok kadın ve kız çocuklarına yöneliktir. Toplumsal cinsiyet eşitsizliği, kadına yönelik şiddeti desteklemekte ve meşrulaştırmaktadır. Kadınların ezilmişlikleri, toplumun temel sorunudur ve bunun sorumlusu da ataerkilliktir. Erkekler kadınlara nasıl şiddet uyguladıklarını anlatırken farklı hikayeler ve gerekçeler gösteriyorlar. Önce uyarı sonra dayak, genç ve işsizdim karımı dövdüm, babam kız kardeşimi gezse döverdi, babam annemi dövüyordu, gibi….

Ülkemizde görüldüğü gibi, ataerkil tüm toplumlarda kadınların konumlarını ve cinsiyetçiliğin gücünü, atasözlerinde ve deyimlerde de görebiliriz. Bu atasözleri ve deyimler, nesilden nesile aktarılır. Kadınların ezilmişliğini ve erkeklerin üstünlüğünü pekiştirdiği için hiç de masum değillerdir. Asalak (Kaşık düşmanı), güvenilir olmayan (Babaya dayanma, karıya güvenme), namus ve bekaretle ilgili olan ( Tarlayı düz, karıyı kız al), erkeğe üstünlük tanıyan ( erkek sel, kadın göl), ( erkek söyler kadın dinler)…
Kadına Yönelik Şiddete Karşı Kadın Hareketleri

Kadına yönelik şiddetin tek nedeni erkeğin fiziksel üstünlüğü değildir. Kadının davranışı ve bedeninin erkek tarafından kontrolü demektir. Şiddet sadece dövmek, yaralamak ve hatta öldürmek değildir. Erkekler, kadınları psikolojik ve ekonomik yollarla da disipline etme yolunu seçiyorlar. Erkekler fiziksel güçleri yanında sosyal, siyasal ve ekonomik kaynaklara fazlasıyla sahiptirler. Kamusal alan onlara ayrılmıştır. Kadınlar ise bunlardan yoksundur ve özel alana itilerek görmezden gelinmektedir.

Toplumdaki kurumlar da erkeğe göre düzenlenmiştir. Hukuk ve tarih, erkek diliyle yazılmıştır. İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi bütün insanların eşit olduğu anlayışını savunur. Ancak dünya üzerindeki kadınlar ayrımcılığa uğramakta ve hakları ihlal edilmektedir. Birleşmiş Milletler, Kadınlara Karşı her türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Uluslar Arası Sözleşmesi ‘ni hayata geçirmiştir. 81 ülke tarafından imzalanmıştır.

Tarihsel  olarak tüm toplumlarda eğitim kurumlarından yararlanma erkek ayrıcalığı olarak başlamıştır. Günümüzde değişik kesimlerde, eğitimden yararlanan kadın sayısı, erkeklerle hala eşitlenememiştir. Birleşmiş Milletlerin verilerine göre dünyadaki 774 milyon okumaz-yazmaz yetişkinin üçte ikisi kadınlardan oluşmaktadır. Ders kitaplarındaki buluşları yapanlar, teorileri üretenler, devleti kuranlar, ekonomiyi yönetenler hep erkeklerdir. Bilim bile uzun bir zaman kadınları görmezden gelmiştir. Bilim alanında çalışan kadınlardan söz edilirken hala “bilimadamı” etiketi kullanılıyor. Türkiye’deki lise matematik kitaplarında tek bir kadın matematikçi adı yoktur. Kadınların çalıştıkları kurumlarda, yükselebilecekleri en yüksek basamağı belirleyen cinsiyetçi engeller vardır. Kadınlar ilköğretimden başlayarak, düzenli olarak sistem dışına atılmaktadırlar. Şiddete uğrayan kadınlar ve şiddeti uygulayan erkeklerde eğitim durumu, sosyo-ekonomik düzey gibi ayrımlar yoktur. Şiddeti uygulayan, kadının davranışını, bedenini kontrol altına almak istemekte ve yakın ilişkiden dolayı sahiplenici rol yüklenmektedir. Şiddete uğrayan kadınlarla ilgili çeşitli mitler vardır. Bunlardan en yaygın olanı kadının isterse şiddete son verebileceği ve eğitimli kadın şiddete uğruyorsa neden katlandığının anlaşılmadığıdır. Bu farklı şekillerde açıklanmaya çalışılmaktadır. En bilinenleri Öğrenilmiş Çaresizlik ve Stockholm Sendromu’dur.

“Kişisel olanın politik olduğu” söylemi ile mahrem ilişkiler alanının dışında, bir kamusal alan olduğu ve  bu alanın ortadan kaldırılması için değil, cinsiyet eşitliğini de içerecek biçimde dönüştürülmesi için mücadele etmek gerektiği anlaşılmalıdır. Türkiye’de son otuz yılda kadınları korumak üzere hukuki düzenlemeler yapılmıştır. Ama yapılan düzenlemeler ile istenen değişiklikler sağlanamamıştır. Kadınların yaşamlarında önemli farklılıklar meydana getirmemiştir.

DEMET GÜNGÖR