- Ursula K. Le Guin’den ZİHİNDE BİR DALGA - 22 Şubat 2023
- “BORGES’İN EVİNDE” - 13 Şubat 2023
- AYKIRI BİR KALEM: JOSE SARAMAGO - 11 Kasım 2022
Umarım ömrüm boyunca aşka hiçbir zaman inanmadığımı söylersem bu yazımı okuyan kimse kızmaz bana. Ya da yalnızca itiraz etmekle kalır, hatta itirazını yazıp imgelem’ya gönderir. Fakat çok rica edeceğim, kimse bana “Tabii inanmazsınız, hayatınız boyunca yüreğiniz bir kez olsun tatmamıştır o duyguyu!” demesin, mahcup olur. Vakti zamanında Süleyman Demirel, gazetecinin birine, “Ben hiç aşk mektubu almadım” dediydi ve ben o zaman yıllar yılı aşkı sevdayı hiç tatmamış birinin hüküm sürdüğü zamanlarda neler çektiğimizi daha iyi anlamıştım. Şimdi de öyle: Şimdi de ağzını her açtığında bağırıp çağıran, siyasi muarızlarını aşağılayıp hakaret eden politik figürler hakkında aynını söylüyorum: “Çocukluklarına bakın, sevgisiz büyüdüklerini göreceksiniz.” Çünkü bir insanın ya da insanların bu kadar sevgisiz, kendisi gibi düşünmeyenlere karşı bu kadar kin dolu olmasının başka bir açıklaması olamaz.
Benim aşka inanmamamın nedeni, felsefi… Birilerinin birilerine âşık olmasına karşı değilim. Aşk duygusunun bitebilir, sonlu olması gibi özellikleri, ona olan inancımı yok ediyor, hepsi bu! Çünkü başlıyor ve bitiyor. İlâ nihayet gitmiyor. Hatırlayanınız vardır: Bundan 20-25 yıl kadar önce “Aşkın Ömrü Üç yıldır” (F. Beigbeder) adlı bir kitap epey “müşteri” bulmuştu. Demek ki aşkın büyüsü üç aşağı beş yukarı o kadar sürüyor. Sonra? Sonra ayrılığın kampanaları çalmaya başlıyor. Tabii bu tespit, o zamanlara ait, şimdilerde o kadar da sürmediğini hepimiz ayan beyan görüyoruz.
Arthur Schopenhauer’in çok bilinen Aşkın Metafiziği adlı kitabını okumuş muydunuz, bilmem. Ben çok uzun yıllar önce okumuştum. Aklımda kaldığı kadarıyla Schopenhauer o kitabında aşkın aslında doğanın kendini üretmesi için yalnızca insanlar için yazdığı bir senaryo olduğunu iddia eder. Yani der ki: Aslında aşk, güzelliğin aracılığıyla çoğalma arzusudur. Siz âşık olduğunuzu sanırsınız ama gerçekte yaptığınız, doğanın size verdiği rolü yerine getirmektir. Yani ya tohum verirsiniz, ya da alırsınız. Bitkilerde ve hayvanlarda bilinç olmadığı için “güzellik” onlar için değildir, ama insanlar, neslinin devamını sürdürecek partneriyle bitki ve hayvanlardaki gibi alış veriş edemeyecekleri için, yani akıl ve bilinç sahibi oldukları için doğa onları yazdığı senaryo ile kandırır (büyüler). İşte o senaryonun adı, aşktır!
“Aşk, içimizdeki mutlak yalnızlığın bölüşülmesi arzusudur.” Kim söylemiş, hatırlamıyorum, bir ara Socrates diyecek oldum, yanılmak istemem. Bu genelleme bana daha doğru geliyor. İnsanoğlunun evrendeki yalnızlığını kabullenişim yüzünden olabilir. Fakat mutlak yalnızlığı aşan bir insan için aşk nedir ki? Ağrısız başa tülbent! Çünkü ve özellikle tutkulu bir aşk, bir karasevda, Ahmet Ümit’in dediği gibi, insanı köpekleştiriyor. Öyle bir manyetik alana çekiyor ki, insanın bütün değerleri alt üst oluyor, kişiyi amok koşucusuna çeviriyor.