- Ursula K. Le Guin’den ZİHİNDE BİR DALGA - 22 Şubat 2023
- “BORGES’İN EVİNDE” - 13 Şubat 2023
- AYKIRI BİR KALEM: JOSE SARAMAGO - 11 Kasım 2022
edebiA okuyucuları anımsayacaktır: Hani bir keresinde Ahmet Rasim’in kısa ya da uzun yazma konusundaki telif talebinden söz etmiştim. Ne demişti üstat? “Uzun yazarsam üç altın, kısa yazarsam beş altın alırım, ona göre!” Tavır ve talep bence de doğru, çünkü marifet meramını kısa yazarak anlatabilmekte. Fahrettin Koyuncu, İzan Yayınları arasından çıkan Karışık Kelimeler Ansiklopedisi’nde beş altın lirayı hak etmiş. Tıpkı Thomas Bernhard’ın Ses Taklitçisi’nde yaptığı gibi, kısa kısa ama yoğun öykülerle çıkmış okurlarının karşısına. Uzun yıllar önce aynını ben de Hiçbir Şeyin Kitabı’nda denemiş, sınırlı sayıda yayımlanan kitabımı yalnızca dostlarıma imzalamıştım. Her Şeyin Kitabı diyerek bir daha dener miyim, bilmem. Her neyse, en iyisi Koyuncu’dan bir alıntı yapalım şimdi: “Ben gidince boşluğuma tutunursun, demişti babam. Dolu dolu gözlerle bakmıştım babama. Nutkum tutulmuş, gözlerim kararmıştı da babama belli etmemeye çalışmıştım. Büyük Bilge’ye sordum babamın söylediği cümlenin anlamını. Her sözde derinlik arama, dedi Büyük Bilge, herkes babasının boşluğuna tutunacak sonuçta. Gerçeği söylemiş baban. O kadar.”
*
Ağustosun ortasındayız. Şu sıralar Ege’nin hemen bütün kıyı ilçelerinde kitap şenlikleri, fuarları, günleri filan var. Yayıncı ya da kitapçı dostlarımdan öğreniyorum: Hiç güzel geçmiyormuş. Çok tanınmış, yüzlerini görsel medyada sıklıkla gördüğümüz malum (ve muhalif) kişilerin dışında hemen kimsenin kitapları ilgi görmüyormuş. O nesnelerin matbaa mürekkebine bulanıp ciltlenmiş haline kitap dememiz gerekir mi, bilmem. Okurlarını politik yönden biraz daha militan kılmaktan başka neye yararlar? Sözgelimi, onların dil ve kültür gelişimlerine bir katkıları olur mu? Tartışılır, evet.
*
Bir süre önce, imgelem’daki yazılarını ve şiirlerini beğenerek okuduğum(uz) Aylanur Bilgili ve Bengüsu Ataoğlu ile Güzel Sanatlar Parkında buluşup iki saat kadar sohbet ettik. Bengüsu’yu ilk kez gördüm, Aylanur’u birkaç yıl önce okullarındaki bir imza ve söyleşi gününden hatırladım. Ah tabii, Aylanur’la Bengüsu da birbirlerini ilk kez gördüler. Bengüsu tam bir felsefe delisi. Yıllar sonra karşımıza bir felsefe akademisyeni olarak çıkarsa hiç şaşırmam. Aylanur ise uzak denizlere, okyanuslara merak. Yaşı henüz küçük ama insanı şaşırtacak kadar bilge bir duruşu var. Konuşması, ses tonu, kendine güveni, bilgiye olan açlığı… Doğrusu, ikisinden de çok etkilendim. Bengüsu’nun kafasında şimşekler çakıyor. Soruyor, araştırıyor, kuşkulanıyor, konunun üstüne yürüyor… Aylanur’u Avustralya’nın resiflerinde araştırırken, Bengüsu’yu özerk bir üniversitenin amfilerinde ders verirken hayal ediyorum. imgelem, bu iki çocuğumuzun yazdıklarına yer açarak bence çok önemli ve değerli bir iş yapıyor.
*
Yazmadan edemiyorsanız size yazar denir; bunun başka açıklaması yok; çok isteyeceksiniz, yazmazsanız deliye döneceksiniz, yaşayamayacaksınız, işte o zaman “yazar”sınız. Sırf heyheyleri geldiğinde yazanlara dünyanın her yerinde amatör denir. Tabii tabii, onlara da ihtiyaç var.