- Ursula K. Le Guin’den ZİHİNDE BİR DALGA - 22 Şubat 2023
- “BORGES’İN EVİNDE” - 13 Şubat 2023
- AYKIRI BİR KALEM: JOSE SARAMAGO - 11 Kasım 2022
Hiç unutmam, 1993’ün ilkbaharında bir gün, Remzi İnanç’ın Bayındır Sokak’taki Toplum Kitabevinde sohbet ederken ağır adımlarla Cahit Külebi girdi. Biraz yorgun görünüyordu. Saygıyla kalkıp yer verdim. Hoş-beşten son sonra Külebi bir ara bana hangi şairi özellikle beğendiğimi sordu. Attilâ İlhan deyince şöyle bir durdu. Sonra laf nasıl dönüp dolandıysa hatırlamıyorum, Külebi, “Yahu, bizden sonra şair çıktı mı?” diyerek Remzi İnanç’a baktı. Ukalalık benimki: “Bizden önce şair mi vardı!” diye karşı çıktım. Sonradan öğrendim: Gelip gittikçe beni sorarmış, “O İzmirli gelip gidiyor mu yine?” diye.
Bana şimdi de sorarsanız, Cahit Külebi büyük bir şairdi. Her zaman da büyük kalacak. Çünkü kamyonlar kavun taşıyacak ve o boyna onu düşünecek.
Sonracığıma efendim, Dönemeç’in 1986 yılının haziran sayısında Refik Durbaş’ın Cumhuriyet’teki bir yazısına atıfta bulunarak yazdığım az-buçuk ölçüyü kaçıran yazım var. Edip Cansever ölmüştü. Durbaş, andığım yazısında onun hep aynı şiirin izini sürdüğünü filan iddia ediyordu. Doğrusu, o yazının alelacele yazıldığı, o yüzden de hamasetten başka bir şey olmadığı çok belliydi. Bunun üzerine ben de Cansever’in hep aynı şiirin izini sürmediğini, İkinci Yeni Şiirinin etkisiyle de yazdığını, toplumsallığa 1960’lardan, 70’lerden sonra yöneldiğini belirttim. Yazımın başlığı bile afiliydi: “Bayat Filmin Taze Kopyaları”
Vay sen misin bunları yazan! Şiirimize verdiği emeği her zaman saygıyla andığım Mehmet H. Doğan, Broy dergisinde ağzımın payını verdi. Fakat o, benden de sertti: Hem beni aşağılıyor, hem Dönemeç dergisini “Attilâ İlhan’ın İzmir şubesi” olmakla suçluyordu. Efendim neymiş, “Cansever ölmüşmüş, o yüzden ölüleri hayırla yâd etmek gerekir”miş. Bu kez ben de oradan tutturarak, “Hayırla Yâd Ederek” başlıklı bol ve sert acılı bir yazıyla karşılık verdim. Zaten birbirimizi tanımazdık ama böylece zımnen küsüşmüş olduk. O kadar ki, Yunus Koray’ın marifetiyle tanışmak üzereyken bugün saygıyla bir daha andığım Mehmet H. Doğan, “Ben onun oturduğu masaya oturmam!” diyerek yanımdan uzaklaşmıştı. Yıllar sonra bir rakı masasında barıştık tabii.
Benzerini birkaç yıl sonra Attilâ İlhan’la yaşadım. Onun Ulusal Kültür Savaşı adlı kitabı üzerine alelacele hazırladığım soruları ciddiye almayıp beni handiyse haşlaması üzerine “Hangi Attilâ İlhan” başlıklı bir yazıyı kaleme almış, onun zaman içerisinde söyledikleriyle yazdıkları arasındaki çelişkilere dikkat çekmiştim. Darılmadı. Tersine, o saatten sonra birbirimizi daha iyi anladık, daha çok sevdik.
Ben “Şimdikilerin çoğu hamam oğlanı. Bunların eline su bile dökemezler!” dediğimde neden kızıyorlar? Siz yanıtlayabilir misiniz?