Hikâye Martaval…

Herkesin malumu ama laf lafı açmışken hadi bir daha dokundurayım, dedim. Efendim, konu şu: Yazıp çizmek pek tabii bireysel bir etkinliktir. Yani yazar ya da şair, yazarken tek başınadır. Düşünür, taşınır, ne yapar eder, sonunda ortaya bir metin çıkarır. Biz de okuruz, beğenir ya da beğenmeyiz, daha daha okumama gibi bir özgürlüğümüz de var. Yani hemen bütün sanatlar bireyseldir, dolaşıma girdiği anda toplumsal olurlar.

Her neyse, bunlar herkesin bildiği şeyler, başta da söylemiştim zaten. Fakat benim anlamadığım, özellikle edebiyat etkinlikleri için söyleyeyim, yazarların toplumsal katılım için neden bu kadar aceleci olduğudur. Bu acelecilik, edebiyat dünyasına özellikle son on yıllarda katılan yazar ve şairlerde fazlasıyla görülüyor bence. Çok çabuk kabullenmek ve tanınmak istiyorlar. İstiyorlar ki Ödemiş’teki çiftçi de tanısın kendilerini, Pasinler’deki yurttaş da…

Bunun böyle olmadığını ve hiçbir zaman olmayacağını ben dâhil üç gün süren Alaçatı Öykü Günleri’nde bir daha gördük. Benden öncekileri tamı tamına bilmem ama benim de bulunduğum 14 Şubat günkü etkinlikte tanık olduklarım gerçekten de üzücüydü. O gün söyleşilere ve imza günlerine katılımın yalnızca katılımcılarla sınırlı olması, kendimizin çalıp kendimizin oynaması, neresinden bakarsanız bakın, tam bir dramdı. Etkinliklerin yapıldığı o küçük meydanı kuşatan kahveler Alaçatılılarla lebalep doluyken konuşmacıları dinleyenler zaten oraya konuk olarak çağrılanlardı. Yanisi efendim, Alaçatı halkı, beldelerinde yapılan Öykü Günleri etkinliklerine duyarsız kalmışlardı.

Kim bilir, belki de doğru olanı buydu. Bizler birbirimizi dinlemedikten, birbirimize tahammül edemedikten sonra onlar neden dinlesinlerdi ki! Birlikte hayal edelim: Böyle bir edebiyat etkinliğindesiniz. Peş peşe üç-dört söyleşi var. İlk olarak kendini “ödüllü yazar” olarak tanıtan genç bir yazar sahneye çıkıyor ve bir saate yakın konuşuyor, konuşuyor, konuşması biter bitmez alanı terk ediyor. Yani, “Ben söyleyeceklerimi söyledim, gerisini de dinlemem!” havasında… Tam bir “incelik” örneği! “Ben hocayım; öğretirim ama kimseden öğrenecek bir şeyim yok.”

Oysa hepimiz biliriz ki, gerçek ödül okurlardan alınır, beş ya da yedi kişiden oluşan seçici kurullardan değil; bu bir. İkincisi, hepimiz birbirimizden öğreniriz, çünkü hepimiz hayatın öğrencileriyiz. Benzer kibri bazı ‘üst düzey yönetici’ politika esnafında gördüğümüzde pek tabii kınıyor, yadırgıyoruz. Çağrılı oldukları toplantılara lütfen gelip konuşmalarını yapar, kürsüden iner inmez apar topar kaçarlar. Arkalarında bıraktıklarının düşüncelerine hiç ihtiyaçları yoktur onların.

O ödüllü ve de genç yazar kardeşimizin oğlum olacak yaşta olduğunu öğrenince daha çok üzüldüm. Kendi kendime, “Ben sana yazar olamazsın demedim ki evladım!” dedim.

Çünkü mesele yazar olmakta değildi. Alaçatı halkı doğru olanı yaptı aslında.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir