Doğan Hızlan’ın Yapı Kredi Yayınları arasında çıkmış olan “Hatırlamak” adlı kitabından söz etmek istiyorum. Kitabının alt başlığı “Günlük Yaşamdan Dipnotlar”.
Lise yıllarımda benzer tanıklıkları Oktay Akbal’dan okurdum. Konumuz Edebiyat, İstinye Suları, Gençler Bize Bakıyor… Hatta -aradan nereden bakarsanız bakın yirmi yıldan fazla geçmiştir- Türk Dili Dergisi’nde yayımlanan bir yazımın başlığı, “Oktay Akbal Liseden Arkadaşımdır Benim”di. Sonraki yıllarda yeni ve farklı tanıklıklarla Buyrukçu’da, C. Süreya’da karşılaştım. Tarık Dursun K.’nın “Ben Unutmadan” adlı kitabına da haksızlık etmek istemem.
Doğan Hızlan’ın Günlük Yaşamdan Dipnotlar’ı öylesine birer dipnot olmaktan çok, okurları belki de o zamana değin tanımadıkları yazarların hiç bilmedikleri özellikleri ile tanımasını sağlayan birer belge… Sözgelimi: Birçokları Aziz Nesin’in pintilik derecesinde cimri olduğunu sanır ama onun neden böyle davranmak zorunda olduğu konusunda tutarlı bir fikri yoktur. Başka bir örnek: Haldun Taner’i -belki- birçoğumuz yalnızca bir İstanbul çelebisi olarak biliriz ama onun bindiği taksinin ya da dolmuşun sürücüsüyle çabucak dostluk kurabilecek kadar muhabbetli biri olduğuna ihtimal vermeyiz. Hele Kadıköy iskelesinin tam karşısındaki işkembeci ile sıkı fıkı dost olduğuna…
Doğan Hızlan, Kemal Tahir’in Evi başlıklı dipnotunda birçok edebiyatçıyla çok yakın ilişkisi olsa da evlerine gittiği edebiyatçıların sayısının o kadar fazla olmadığını belirttikten sonra gidebildiklerinin adlarını şöyle veriyor: “Başta Abdülbaki Gölpınarlı, Behçet Necatigil, Kemal Tahir, Nevzat Üstün, Yaşar Kemal, A. Ağaoğlu, Turgut Uyar, Tomris Uyar, Edip Cansever, Haldun Taner, Melih Cevdet Anday, Demir Özlü, Salâh Birsel, Memet Fuat, Cahit Uçuk, Peride Celâl, Erdal Öz, Naim Tirali, Leylâ Erbil, Sevim Burak.”
Hızlan, dostluklarını “öğrenme”ye dönüştürebilmiş bir eleştirmen, gazeteci ve has bir edebiyat insanı olarak Haldun Taner’den Ne Öğrendim başlıklı denemesinde yüzde yüz katıldığım bir saptayımda bulunuyor: “İroni, zekâdan yoksunsa çekilmez bir zevzekliğe dönüşür. Haldun Taner gibi keskin zekâlar ise ironide erişilmez noktalara ulaşırlar. O, Türk edebiyatında ironinin, başka deyimle ince kıyım mizahın ustalarındandı.”
Melih Bey Hangi Yazımı Beğendi adlı yazısında Cumhuriyet’in ikinci sayfasındaki yazılarıyla (Cuma günleri yayımlanırdı) aydınlandığımız Melih Cevdet’i şöyle anıyor: “Melih Bey’i tanımak bir başka zekâyı tanımaktı aslında. Size anlattığı olay, ilk bakışta sıradan bir anı kırıntısı gibi görünürdü. Oysa içinde küçük zekâ testleri gizliydi.”
Doğan Hızlan yalnız yazarları, ressamları ya da müzik insanlarını değil, yakından tanıdığı kimi yayıncıları da konuk ediyor. Altın Kitaplar Yayınevi’nde uzun yıllar yönetici olarak bulunduğu için özellikle Dr. Turan Bozkurt’la öğle yemeklerini nerede yediklerini, Remzi Kitabevi sahibi Remzi Bengi’nin dükkânında bir tabure üstünde oturduğunu, bitişiğindeki İnkılap Kitabevi sahibi Garbis Fikri’nin kitabevine girer girmez tam karşıda görülebildiğini, Cağaloğlu’nun ve Babıâli Caddesinin o günlerini Benim Kitapçılarım adlı dipnotunda derin bir özlemle anlatıyor.
Babıâli’de Karşılaşırdık adlı yazısında özlemini bir daha dile getiriyor: “Babıâli Caddesi’nden (Ankara Caddesi) aşağıya inerken ya da Sirkeci’den yukarı çıkarken bütün tanıdıklarla selamlaşırdık. Böylece herkes birbirinin varlığından, durumundan haberdar olurdu. Çünkü aynı semtteki mekânlarda çalışırdık. Gazete idarehaneleri ile yayınevi idarehaneleri birbirine yakındı. Yazarlar, çevirmenler buraya geldiğinde bütün işlerini görürler, anlaşmalarını yaparlar, kitaplarını teslim eder, evlerine dönerlerdi. (…) Babıâli’de gece ile gündüz çoğunlukla karışırdı, esnaf lokantalarının yanı sıra iyi lokantalar da vardı. (…) Valık Yayınevi, Bateş, Metis, İnkılap, de Yayınevi, Altın Kitaplar… Gazete sahiplerini her zaman olmasa da yayınevi sahiplerini, yöneticilerini görevleri başında bulurdunuz. 1960’lardan 80’lerin sonuna kadar olan zamandan bahsediyorum. Şimdi her gazete ayrı bir semtte, her yayınevi ayrı bir yerde. Karşılaşmalar tarihe kaldı.”
Hatırlamak’ın son bölümünde Murat Yalçın’ın Doğan Hızlan’ı çok daha yakından tanımamıza olanak veren nitelikli bir söyleşisi var. Orada Doğan Hızlan’ın yalnız bir edebiyat insanı değil; yanı sıra müziğe, sinemaya, halk kültürüne, tiyatroya, heykele, kısacası güzel sanatların hepsine ilgi duyan, öğrenme açlığıyla sürekli araştıran, aynı zamanda sıkı bir kalemsever olduğunu öğreniyoruz.
Doğan Hızlan, kültür yaşamımızı zenginleştiren en önemli isimlerden biri. Okurlarını besliyor, geliştiriyor. Tabii belki de en önemlisi, vefa duygusu ile tanıştırıyor.
Aydoğan Yavaşlı
Doğan Hızlan, Hatırlamak, YKY, Ocak 2020