Free man writing on white

“KOMŞU DUVARI”

Vicdan Efe’nin NotaBene Yayınları arasında çıkan bir hikâye kitabı Komşu Duvarı. Okudum. Ne anlatmak istediğini bilen bir yazarla karşı karşıya olduğumu anlamam uzun sürmedi. Yaşam İstasyonu adını verdiği ilk hikâyesindeki nitelik, bana diğer hikâyelerini de merakla okumam gerektiğini salık verdi.

Gerçekten de insanın anlatacağı bir hikâyesi olmalı; bunu Nezihe Meriç’te mi okumuştum, tam hatırlamıyorum. Çok doğru: Anlatacak hikâyesi ya da hikâyeleri olmalı, bir, ikincisi, o hikâyeyi/hikâyeleri anlatabilme becerisi olmalı. Üç: Yazdığı dilin kurallarını iyi değil, çok iyi de değil, çok çok iyi bilmeli. Komşu Duvarı’nda önemsediğim bu üç temel özellik de var ve bu beni -her nitelikli kitabı okuduktan sonra vardığım gibi- aradığım tada ulaştırdı. Çünkü hep söylenildiği gibi, insan iyi bir metin; bu ister bir öykü, ister bir roman ya da deneme olsun, okuyup bitirdikten sonra artık eski insan değildir.

Komşu Duvarı’nda yer alan hikâyelerinde Vicdan Efe bir çeşitliliği yakalamış. Hikâyelerindeki mekânlar köy, kasaba ya da kent; insanlar seçkin ya da sıradan, zengin ya da yoksul, akıllı ya da düşkün; geniş bir tayfı var. Aynı çeşitliliği üslubu açısından da söyleyebilirim: Bazı hikâyelerinde diyakronik bir anlatımı ve sarih bir üslubu seçmiş, bazılarındaysa ileri-geri hatırlatmalar, bellek kaydırmaları yaparak modern anlatım biçimlerine göz kırpmış. Yaşam İstasyonu ile İçeriden Kilitli adlı hikâyelerini örnek gösterebilirim. Taş Duvar ile Güvercin Gözlü Kadın adlı hikâyelerine diyakronik anlatımlı diyebilirim. Fakat benim derdim bu saptamadan çok instagram paylaşımımda da belirttiğim gibi, nereden başlayıp nerede biteceğini bilen, tabiatıyla firesiz bir anlatımı yakalamış olması… İnsanları tanıdık, fakat bize uzak yanlarını da ölçüleri kaybetmeden/zorlamadan göstermiş. Nasıl, derseniz… Başarılı diyaloglarıyla… Hayatın bir biçimde önlerine getirip dayattığı acıları ya da sevinçleri karşılamalarındaki bilgelikle.

Vicdan Efe bir hikâye çeşitliliği sunmuş aslında bize; gerek üslubuyla, gerekse insani çeşitlilikle derken amacım, hayatın bütün düzenini ve karmaşasını hikâye disiplini içinde kalarak başarması. Hikâyelerin kendilerini tekrar etmemesini de önemsediğimi belirtmek isterim.

50 Kuşağı hikayecilerimizden Tarık Dursun K., “Kaytarıp dinlenmek istediğim zaman roman yazarım. Hikâyeye gelince… O, karanfil ister!” demişti bir keresinde. Tahmin edilebileceği gibi, hikâye yazmanın roman yazmaktan daha zor olduğunu işaret ediyor, romanın edebi planda hikâyeden daha hoşgörülü göründüğüne dikkat çekiyordu. Komşu Duvarı’nda yer alan hikâyeler, hikâye sanatımız adına önemli ve başarılı bir çıkış bence. Bilmem, belki de kahramanlarını, betimlediği mekânları kendime tanıdık bulduğumdan, onlarla aynı sınıftan olmam nedeniyledir.

Komşu Duvarı’ndan sonra nasıl bir kitap gelecek; merak etmeye başladım bile.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir