Evet evet, hastalık bu. Belki yatarak tedavi görmesi gereken bir hastalık. Çok derin bir ezikliğin, itilip kakılmışlığın, görmezden gelinmişliğin, yoksanmış olmanın tezahürü, yani ortaya çıkması… Tıpkı bir volkanın patlaması gibi insan karakterinde de kendini bir biçimde gösteriyor. Hele hele “Cilalı İmaj Devri”nde olduğumuz düşünülürse, başarının çalışmakla değil de başkalarının omuzlarına basarak varılan yer olduğu biliniyorsa, aniden ortaya çıkıyor.
Twitter’da gördüm: Filan yayınevinden bir kitabı yayımlanmış genç bir kadın yazarımız… Derginin ya da gazetenin biri onunla kitabı hakkında söyleşi yapmış. Foto muhabiri genç kadın yazarımızdan şöyle güzelce bir fotoğrafını göndermesini rica ediyor. Yani beni zora sokmayın, siz çekip gönderin, diyor. Genç, kadın ve güzel yazarımız da gönderiyor ama sonradan gönderdiğinin güzel bir fotoğraf olmadığının farkına varıyor. Twitter’da şöyle demek istiyor: Acaba beni daha güzel gösterecek başka bir fotoğraf mı gönderseydim? Mealen yazıyorum tabii. Yani bütün tasası söyleşinin niteliği değil, gönderdiği fotoğrafta ne kadar güzel görünüp görünmediği…
Fotoğrafına baktım: E, Allah için, güzel kız. Kız diyorum, çünkü besbelli, benim yarı yaşımdan da küçük, ya da tam yarım. Durup uzun uzun düşündüm. O yaşlardaki halimi getirdim gözlerimin önüne. Otuz üç, otuz dört yaşındayım mesela. Aman tanrım! 1986, 1987 yılları… Yavaş yavaş yıldızımın parladığı yıllar… Dönemeç’te yazıyorum. Önüme gelenle tartıştığım hızlı zamanlarım… Tabii böyle empati yapınca hak verdim hanım kızımıza. Üstelik o bir kadın ve ne kadar şöyle böyle dese de güzel olduğunun farkında. Ama hazır küçük, kibar bir öykü kitabı çıkmışken, yüzündeki çillere rağmen güzelken neden olmadık yerlerde çirkin görünsün! Öyle ya, ya edebiyatta tutunamazsa! Geriye hiç olmazsa güzelliği kalsın, öyle hatırlansın.
Tarık Dursun K., bir imza gününde karşısındaki güzel kız için bana, “Biliyor musun Aydoğan,” dedi, “bu kız Fransız Konsolosluğundan Galatasaray Lisesine kadar gidemez.” “Neden?” dedim. “Çünkü çok güzel,” dedi, “yolda birileri görüp çevirir, dizi filmde oynama teklif eder.”
Çavdar Tarlasında Çocuklar’ın yazarı Salinger, “İnsanların yazdıklarınızla ilgilenmesini istiyorsanız kendinizi göstermeyin” der yazarlara. Nitekim o da hemen hemen hiç görünmemiştir. Hayatları hakkında pek bir şey bilmediğimiz B. Traven ile O. Henry de öyle…
Şimdikilerse edebi kaygıdan çok görünme, her yerde olma, herkes tarafından bilinme kaygısıyla kıvrım kıvrım kıvranıyorlar. Evet evet, tedavi şart!