- Eylül Hazanla Geldi… - 18 Ekim 2022
- İZMİR’ DE BİR ŞİİR AKŞAMI… - 12 Ekim 2022
- Ah Şu Dil Yanlışları… - 30 Ağustos 2022
Geçtiğimiz hafta İzmir yerel medyasında İzmir doğumlu olmamakla beraber önce Bodrum’ da sonra uzun yıllar İzmir’ de yaşamış bir yazarın evi gündemdeydi. Yazar, Cevat Şakir Kabaağaçlı ya da namı diğer Halikarnas Balıkçısı idi. 1946 yılında Bodrum’ dan İzmir’ e gelmiş ve o günden beri sözü edilen evde yaşamını sürdürmüştü. Bu evde romanlarını, araştırma yazılarını yazmış, sayısız çeviriye imza atmış bununla da yetinmeyerek yedi dil bilmesinin avantajını kullanarak rehberlik faaliyetini bile sürdürmüştü.
Ev İzmir’ in Hatay semtinde mütevazi bir apartman dairesi. Nerdeyse altmış yıllık bir bina.
Kızının anılarında belirttiği üzere bu ev pek çok yazarın uğrak yeri olmuş. Sabahattin Eyüpoğlu, Azra Erhat, Samim Kocagöz, Necati Cumalı, Sabahattin Eyüpoğlu, Azra Erhat ve daha birçok isim bu eve misafir olmuş, kim bilir ne sohbetler edilmiş…
Gelenlerin bir kısmı ile Mavi Tur için Bodrum’ a gidilmiş, o harika koylarda geziler yapılmış. Şimdi gezi denilince bilmeyenler ‘ ne var bunda, sonuçta turistik gezi’ diyebilir. Ama işin aslı öyle değil; çünkü 1930’ lar Türkiye’sinde yeni bir ulus inşası söz konusudur. Bu bağlam içinde olmak üzere başını Cevat Şakir’ in çektiği bir grup aydın (Sebahattin Eyüpoğlu, Azra Erhat), kültürün yaratım süreçlerini Batı’ ya bağlayan görüşe karşı çıkıp, Anadolu’ nun da bu kültürel birikim konusunda önemli bir yere sahip olduğu görüşünü öne sürer. Mavi Anadoluculuk tezidir bu. Ya da Mavi Hümanizma. Mavi Yolculuk da bu düşünceyi somutlaştırmanın parçası olarak görülmüştür. Vedat Günyol da bu durumu teyid ediyor; (… Anadolu’ nun Ege ve Akdeniz kıyılarında yeşermiş ilkçağ kültürlerinin mirasını (…) Türkiyeli insanımıza kısa yoldan benimsetmek ) olarak açıklıyor bir yazısında.
Yani görüldüğü gibi sadece turistik bir gezi olarak düşünülmemiş, bu etkinlik. Dolayısıyla Cevat Şakir, bir roman yazarıdır ama aynı zamanda bir düşünce insanıdır Bir de yaşadığı şehre kattıkları var ki bu da ayrı bir bahistir:
Bodrum’ a yaptıklarını bilmeyen yoktur. İzmir’ de de boş durduğu söylenemez: Mesela, İzmir Kültürpark’a (Fuar) yurt dışından getirttiği fidanların dikilmesini sağlamıştır.
Belediye başkanlığı döneminde Ahmet Priştina, şimdi yüzlerce ağaca dönüşmüş bu alana Cevat Şakir’in adının olduğu bir plaket konulmasını sağlayarak kadir kıymet bilmenin güzelliğini ortaya koymuştur. Cevat Şakir’ in yeşile, ağaca, doğaya olan tutkusu bununla da kalmamış, 1940’ lı yıllarda İzmir Hatay semtinde yeni açılan caddenin kenarlarına dikilmiş olan ağaçların adeta gönüllü bakıcılığını üstlenmiş, elleriyle topladığı at gübrelerini ağaç diplerine verdiği ve sulama işlerini yaptığı yaygın olarak anlatılır.
Görüldüğü gibi Cevat Şakir, coşkulu ve heyecanlı bir kişilik; bu ruh hali onun bir parçası. Azra Erhat’ la mektuplaşmalarında bile bu durum görülür: Erhat anlatıyor; (…Maya Galerisi’ nden çıktık; Füreya, Sabahattin Eyüpoğlu, Fikret Adil, ben ve Halikarnas Balıkçısı, (….) Sabahattin birden benim İlyada’yı çevirdiğimi attı ortaya. Demeye kalmadı Balıkçı (…) bana İlyada ve Homeros üstüne bir nutuk çekmeye koyuldu. Hiçbir yerde duymadığım, öyle aykırı şeyler söyledi ki,(…) ben sonunda tirtir titredim sinirimden, (…) Ayrılıyorduk Balıkçı gülerek elimi sıktı” Ben bunları yazar gönderirim” dedi.
Sonra günler geçer ve postacı Azra Erhat’ ın kapısına dayanır. Bir paket getirmiştir.
(..Hiç böyle bir şey görmedim ömrümde, (…) makasla kestim paketin iplerini (…)bir tomar yazı, renkli kalemle yazılmış bir sürü sayfa. 80 sayfa. (…) …öyle bir bilgi ve araştırma sonucu ki, İlyada ve Homeros üstüne yazılmış ne kadar tartışma ve bilgi varsa hepsi burada. (…) hemen atladım İzmir’ e gittim.).
Gördünüz mü bir tartışmanın mektup şeklindeki hali nerdeyse bir kitap boyutunda. Daha sonra iki yazarın aralarında bu mektuplaşmalar sürer gider. Azra Erhat, ( …normal mektup yirmi ile otuz sayfa arasında, kimileri var dört okul defterine yazılmış halde.) dediği bu boyuttaki mektupları Halikarnas Balıkçısı’ ndan Mektuplar adıyla kitaplaştırır.
Balıkçı’ nın bu coşkun ve kendine özgü ruh hali yaşamının her anında görülür; mesela İzmir’ in merkezine, Kemeraltı’ na gittiğinde, çarşının girişinde bugün bile yerinde duran çınar ağacın dalına torbasını bırakır, işi bitince oradan alıp eve döndüğü söylenir.
Hayattan çok çekmiş bir bilge, bir çelebi, tevekkül sahibi, bir derviş misali…
Gür sesi ile selam niyetine merhabası ile ortalığı adeta ayağa kaldırdığı, anlattığı ve savunduğu şeyleri coşkuyla ve inançla savunduğu gene başka bir gerçek…
Tabii bunda Oxford’ u bitirmiş olması, Batı ve Doğu düşünce dünyasındaki gelişmeleri bilen iyi bir aydın ve entelektüel olmasının payını unutmamak gerekli.
Yazarın 1973 tarihinde vefatından sonra evde kızları ve torunları oturmaya devam etmiş.
Şimdi soruyu soralım; bir yazarın evi sıradan bir ev gibi satılabilir mi?
Üstelik bu yazar ünlenmiş, yazdıkları ile halka mal olmuş bir yazar ise….
İzmir’ de biz böyleyiz, acaba Ankara’ da neler oluyor?
Başkentimiz acaba yazarlarına, sanat insanlarına sahip çıkıp onlara vefasını gösterebiliyor mu?