- Ursula K. Le Guin’den ZİHİNDE BİR DALGA - 22 Şubat 2023
- “BORGES’İN EVİNDE” - 13 Şubat 2023
- AYKIRI BİR KALEM: JOSE SARAMAGO - 11 Kasım 2022
İnternette, bir edebiyat sitesinde gördüm sanırsam: “Yazarın Odası” başlıklı bir söyleşi dizisi. Site adına soran, yazarın nasıl bir ortamda yazıp çizdiğini, neleri okuduğunu filan soruyor yazarın yakınına. Son olarak da şunu diyor: Yazı yazarken vazgeçemediği ritüelleri nelerdir?
Peki, bakalım mı ne demekmiş ritüel? Sözlük şöyle diyor: “Ritüel, insanların kutsal kabul ettikleri davranış biçimleridir. Bu davranışlar, belli aralıklarla tekrarlanır. Ve bu sayede insanlar daha huzurlu, güvenli bir yaşama sahip olacaklarını düşünürler. Ritüellerin hedefi bolluk ve bereket, sağlık, uzun ömür gibi kavramlardır.”
Site sözcüsünün aslında sormak istediği şey, yazarın genellikle değişmeyen alışkanlıkları… Sözgelimi, kimisi yazıya oturmazdan önce birkaç fincan kahve içer, kimisi ille de klasik müzik dinler, bir başkası da eşofmanlarını giyip yürüyüşe çıkar. Fakat bunların hiçbiri “ritüel” değildir.
Neyse, konumuz bu değil; herkese Türkçe öğretecek değiliz. Fakat benim o sorulara verilen yanıtların hemen birçoğunda dikkatimi çeken, yazıp çizen bu zevatın epey rahat koşullarda çalıştıkları gerçeği. Birçoğunun çalışma odası var. Odasında masası, masasında lambası, yanında yöresinde kitaplığı, penceresinde manzarası, arada bir çayını kahvesini getiren “kanka”sı…
Gözü olanın gözü çıksın, çıksın da… Benim hiç böyle bir lüksüm olmadı. Kim bilir, belki yüzlercesinin de olmamıştır. Orhan Veli’nin bir şiirinde dediği gibi, “bırakmıyor geçim derdi”. O geçim derdi bizi de bırakmadı. Üç satır bir şeyler yazabildiysek hep o koşuşturmanın az buçuk fırsat verdiği zamanlarda yazdık. Hele 40 Kuşağı! Aziz Nesin’den S. Ali’ye, Nâzım’dan Hasan İ. Dinamo’ya, Hasan Hüseyin’e, A. Kadir’e… Hepsi, hepsi hapishanelerin soğuk duvarları arasında yazarak mücadele ettiler. “Ritüel”leri herhalde işkenceydi, horlanmak, itilip kakılmaktı. Viskilerini yudumlayıp pipolarından derin bir nefes alıp salmak değildi.
Denilecek ki, “N’apalım canım, o zaman öyleymiş, bu zaman böyle!”
Çok doğru: Bu zaman böyle. Bu zaman “gezmeden seyyah, yazmadan kâtip” olma, mış gibi yapma, öne eserle değil ilişkilerle çıkma zamanı. Gürültü çıkarıp cazgırlık yapmazsanız kimse farkınıza varmaz sizin. Tabii böyle bir derdiniz tasanız varsa…
Hadi gelin mevzuyu yumuşatalım biraz: Tarık Dursun K. anlatmıştı. Yoksullukla boğuştuğu yıllar kendi kendine bir söz vermiş. Demiş ki, ilerde param olup da bir kaloriferli ev alırsam evde ilk gün anti-don dolanacağım. Bana bunu anlattıktan sonra, eee dedim, yaptın mı? Yaptım, dedi, Gazeteciler Sitesindeki evde ilk gün öyle dolandım.
Yaşamının büyük bölümü yoksulluk içinde geçen yazarlarımızdan biri de Orhan Kemal. Orhan Kemal, Cağaloğlu’nda bir kahve köşesinde çabucak yazdıklarını (Mike Hammer olabilir) hemen karşıdaki yayınevine teslim eder, telifi kaptığı gibi soluğu odun-kömür pazarında alırmış. Nasıl “ritüel” ama!