imgelem ANI “GARİP TATAR” YA DA ÜMİT KAFTANCIOĞLU

“GARİP TATAR” YA DA ÜMİT KAFTANCIOĞLU

“Gökyüzüne, doğaya gözümü kapamadım. Karıncadan file uzanan bir çizgide, bütün varlıklarla dost olduğumu sanıyorum. Ne var ki tüm varlıkların özünde insanı görürüm. Dünyanın ekseni, gökyüzünün rengi, denizin derinliği, doğanın anlamı insan… Dünyanın atmosferi, kabuğu, mağması, ekvatoru insan bana göre… İnsansız, ıssız bir lokantada yemek yiyemedim. Üç beş kişiyle sinema seyredemedim. Ağzına kadar dolu belediye otobüsü, korsan bir minibüs, bana yaşamı vurgulamıştır… Ölümümde eşim, çocuklarım, en yakınlarım bile tek bir gözyaşı dökmesin istiyorum. Benim için caddeleri dolaşsınlar, bir gazete alsınlar, bir kitap karıştırsınlar, kalabalık bir sinemaya gitsinler; bir konferans, bir konser dinlesinler… Ölüm hiç önemli değil. Yaşam var dağ gibi… Ey yaşam için demir eriten, eriyen işçi! Ey yaşam için yüzü güleç, geri dönmeyen varlık! Selam olsun hepinize! Herkese, yaşama, yaşama sevincine bin selam!”

Ümit Kaftancıoğlu, öldürülüşünden çok kısa bir süre önce doldurduğu bir banda, kendi sesinden böyle aktarmıştı düşüncelerini…

Faşist terör kol geziyordu…

“Karanlığın kurmayları”, kan gölüne çevirmişti ülkeyi…

Ölüm pusudaydı.

Hain tuzaklarda bir bir düşüyordu aydınlık savaşçıları…

Herkes sırasını bekler gibiydi…

Kaftancıoğlu da biliyordu öldürüleceğini.

Çünkü sürekli tehdit telefonları alıyordu.

Artık düşlerine girmeye başlamıştı ölüm.

Yine de var gücüyle yaşamı ve yaşama sevincini savunuyordu “Garip Tatar”! (Yakın çevresinde Kaftancıoğlu’nun adı “Garip Tatar”dı.)

* * *

Bir “veda mesajı” mıydı yukarıdaki satırlar?

Bir “vasiyet” miydi?

Kaçınılmaz ölüm karşısında “teslimiyet” ve kabulleniş miydi?

Yoksa cellatlara yiğitçe meydan okuyuş muydu?

Evet, neydi bu haykırışın anlamı?

Sevginin ölümsüzlüğünü vurgulayan bir ileti mi?

Yurtsever bir aydının, tüm aldatılmışlara insancıl bir protestosu mu?

Kaftancıoğlu’nun ölüme ve öldürüme karşı yaşamı ve insanı yücelten çığlığı tam 40 yıldır kulaklarımızda…

Dünya durdukça bu çığlık hiç dinmeyecek…

Çünkü insanlığın evrensel tragedyası saklı bu çığlıkta…

* * *

Ümit Kaftancıoğlu, 1935 yılında, Kars’ın Hanak ilçesine bağlı Saskara (Koyunpınarı) köyünde bir “Türkmen garibi” olarak dünyaya gelmişti. Alevi bir ailenin çocuğuydu. Araştırmacı yazar Metin Turan’ın deyişiyle, “Çocukluğu, Dede Korkut boylarının zengin anlatım geleneği içerisinde; halk âşıklarının, söz sohbet bilenlerin dizinin dibinde destan, masal, türkü, efsane dinleyerek geçti.” Özellikle anasından dinlediği masalları hiç unutmadı…

Yazarlık ateşi, Cılavuz Köy Enstitüsü’nde okurken düştü yüreğine. Bu ateş, Balıkesir Necati Eğitim Enstitüsü’nde korlandı, TRT’de tutkuya dönüştü… Bir yandan öyküler, romanlar yazıyor, bir yandan da TRT’de program yapıyordu. Yazdıkları, kendi yaşamından ve çevresinden önemli izler, izlekler taşıyordu. Adnan Binyazar’ın dediği gibi, “Sulanmamış kıraçların, ekilmemiş tarlaların boz renginden destansal bir anlatı yaratmanın ardındaydı.”

Kısa sürede ünlendi, önemli ödüller kazandı. Halk yazınımızın sözlü geleneğinden zengin örnekler sunduğu TRT’deki “Dilden Dile” izlencesi çok tutuldu.

O artık ülkemizin tanınmış ve yetenekli bir yazarıydı. Yaşasaydı, belki de Türkiye’nin ikinci Yaşar Kemal’i olacaktı… Ama aydınlığın düşmanları, 11 Nisan 1980 sabahı işine giderken, evinin önünde haince öldürdüler onu…

* * *

Ümit Kaftancıoğlu öldürüldüğünde, oğlu Ali Naki ortaokul öğrencisiydi. Şimdi bir tıp doktoru…

Ölümünün 17. yıldönümünde, Folklor / Edebiyat dergisince Çankaya Belediyesi Konferans Salonu’nda düzenlenen anma toplantısında babasını anlatırken şöyle demişti:

“Babam öldürüldüğünde henüz oyun arkadaşımdı. Ne yazık ki onun düşünce arkadaşı olamadım. 12 Eylül kuşağının yazgısı bu!”

Babası, Ali Naki’yi okula bırakmış o gün… Ayrılırken de kendisini öpmek istemiş. Çocukça bir kaprisle, “Hayır!” demiş Ali Naki, “Beni arkadaşlarımın önünde bebek gibi öpmeni istemiyorum!”

Ertesi gün öldürülmüş Kaftancıoğlu

Babasının bu son isteğini geri çevirdiği için, şimdi derin bir acı duyduğunu söylüyor Ali Naki

* * *

Türküler gibi güzel bir insandı Ümit Kaftancıoğlu

O yüzden onu türkülerle anmıştık 17. ölüm yıldönümünde.

Mahiye Morgül, Saffet Uysal ve Nurettin Rençber’in seslendirdiği güzelim türkülerle…

Arkadaşları Nuri Erkal, Ümit Sarıaslan, İlhan Cem Erseven, Ahmet Mortaş ve Metin Turan, çeşitli yönlerini anlatmışlardı bu “kavruk yüzlü yayla çocuğu”nun… Hüznümüz isyana dönüşmüştü…

Toplantıdan çıkıp kendimi akşamın ayazına vurmuştum…

Dudaklarımda Rençber’in türküsü:

“Ölüm varmış pusulardan geçene / Ay karanlık, gece vurdular beni / Ölmeden mezara koydular beni…”

Merhaba Garip Tatar!

Cevap bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir