“Her şeyi yazmaya çalışıyorum. Yazdıklarım, ne yazıktır ki, hafızasını kaybetmiş -veya kaybettirilmiş- insanlara hiçbir şey ifade etmeyecek. Mâzisi silinmiş ve mâzinin silinmesinden, tabuta konulup toprağa verilmesinden horon tepecek kadar hoşnut, başına gelen büyük felâketten daima habersiz bir toplumda, bu keşmekeşte, bu hercümerçte kime sesleneceğim? Çoğu defa, kelimelerim bir mana taşımayacak.” Selim İleri – (Mel’un)
Yıllık iznimin (!) bir bölümünü kemal-i afiyetle icra eder iken birkaç gün önce hayatının aşağı yukarı 42 yılını benimle yaşamış olan eşimle kahvaltı sonrası çaylarımızı içiyor, şu son sıralar siyasetin ve ekonominin her şeyin önüne geçtiğini konuşuyorduk. Derken, laf gelip edebiyata filan dayandı. Kâğıt fiyatları, necip milletimizin okumazlığı, cehaletin önü alınmaz kibri, barbarlığa doğru gidişimiz, kabalığın prim yapması vs… Dedim ki, “Yahu, imgelem’ya üç beş haftadır yazmıyorum, kimse bana neden yazmadığımı, şu tatil meselesinin de nereden çıktığını sormadı. Bu da demektir ki, benim/bizim yazıp yazmamamız kimsenin umurunda değil. Selim İleri’nin söylediği gibi…”
Sonradan düşün düşün, bunun nedenini buldum: Bu memlekette yazıp çizen biri olarak yaşayıp yaşamamanız hiç önemli değil. Enerjinizi yazmaktan çok çevrenizde insan toplamaya harcarsanız sorun kalmaz! Bunun yolu yordamı da belli: Facebook’ta, İnstagram’da ve Twitter’da çok ‘arkadaş’ edinin, eleştiri yapacak yerde sevgi pıtırcığı olun, herkese sevgiler gönderin, aman efendim o sizin güzelliğiniz, filan deyin, bakın o zaman nasıl aranır sorulursunuz: “Yahu üstat, ilminizden epeydir feyz alamadık, yazılarınızı özledik, lütfen bizi ihmal etmeyiniz!”
Oysa:
“…çünkü hakiki bir entelektüel, her zaman özerk bir zihnin ceremesini çekmek, onun bedelini ahbap-çavuş birlikteliklerinden dışlanarak ödemek durumundadır. (…) özerk zihin, herhangi bir ideolojiye peşin hükümlerle bağlanmayı değil, ama bütün ideolojileri özümleme, kuşatarak içine alma ve hepsiyle bütünleşmeyi öngörür. (…) Ahmet Hamdi Tanpınar, zihin özerkliğinin hiçbir mânâ ifade etmediği hantal bir yarı-aydın zeminde, elbette kaale alınmayacaktı. Kendilerini önceden verilmiş formatlar içinde düşünmeye(!) alıştırmış bir sığ çevrede, Dünya bilincindeki yoğunlaşmayı çok önceden görebilmiş bir ‘sahih’ entelektüelin ‘tutunamayanlardan’ biri olmasına elbette şaşmamak gerekir.” Hilmi Yavuz ( Budalalığın Keşfi, sf:44-45 Can Yayınları-2002)
Gelin bu bahsi çığlık çığlığa başka bir alıntıyla kapatalım. Varsın gene kötü bilsinler bizi!
“Modern yazarlarıyla, okuduğuna ve yazarına kuşkulu bakan bilgiç eleştirmeniyle, edebiyat değil de kitapseveriyle, yayınevi lobicileriyle, edebiyatın her şeyden ama her şeyden üstün olduğunu savunan vaizcileriyle ve edebiyatçı grupların kulüpçüleriyle oluşan edebiyat entelijansiyası, gerçek yazarın, hiçbir zaman içinde var olmayacağı bir ağdır; gerçek edebilik için bir tuzak halidir bu çünkü. Yazar, yazısının bağımsızlığı ve özgürlüğü adına kendini hiçleştirmeye yönelik bir yolculuğa bile çıkabilir; yeter ki onu ticarileştirecek, önemli kılacak bir ağdan kendini kurtarabilsin ve değerli edebi eserler üretebilsin.” Pakize Barışta (K dergisi Sayı: 51)