BANA MÜSAADE

Macera 27 Haziran 2019’da başlamış. Şu sıralar adı parlatılmaya çalışılan bir hikâyecinin yazdığı bir çocuk kitabındaki kimi yanlışları gösteren öylesine bir yazıydı. imgelem’daki ilk yazımdan söz ediyorum; anlaşılmıştır. Çocuklara yönelik bir kitap olduğu ve yazarını tanıdığım için kendisine de telefon ettim, “Gel de o kitabının üzerine konuşalım biraz” dedim. Gelmedi. Zaten ben kime, gel de metin üzerinde konuşalım, desem uzaklaşıyor benden. Bununla kalsalar iyi, düşman da kesiliyorlar. Fethi Naci’lerin, Memet Fuat’ların, Nurullah Ataç’ların, Adnan Benk’lerin, Asım Bezirci’lerin ve daha nicelerinin neden mebzul miktarda düşmana sahip olduklarını giderek daha iyi anladım. Konu açıldığında “Biz henüz cumhuriyete geçmedik, hâlâ feodal çağdayız” dememdeki maksat buydu işte. Yazarların ve şairlerin yazdıklarına inanmaları tabii ki çok önemli. Öyle olmasa neden yazıp yayımlasınlar! Ama yazdıklarımıza inanmakla tapınmak arasında ciddi farklar var kanımca.

Eleştirinin dozunu zaman zaman kaçırdığım, çok sert bir dil kullandığım oluyor, evet. Zaten bunu da gerçek dostlarım söylüyor bana. Beni öyle sert bir dil kullanmaya iten, genellikle tepkisizlik oluyor. Oysa karşı bir eleştiriden ben de öğrenebilirim. Tabii hal bu olunca yazmanın, yani ‘yeni düşmanlar’ kazanmanın gereği yok, diyerek elimin altındaki romanlara, denemelere, hikâyelere dönüyor, mutluluğu o kitaplarda buluyorum. Kaldı ki kâğıt fiyatlarındaki uçuş nedeniyle yayınevlerinin kitap yayımlama konusunda bundan böyle eskisi kadar cömert olacağını hiç mi hiç sanmıyorum. Bilgisayarımın masaüstünde yarım bıraktığım aşağı yukarı beş tane kitaba handiyse aylar var ki dönüp bakmadım. Öyle ya, yazıp bitirsen ne olacak, yazmasan ne! Yakın zamana değin çalıştığım yayınevlerinde yayımlanmayı bekleyen kitaplarımdan söz etmiyorum bile! Yakın gelecekte birçok yayınevinin kepenkleri kapatacağını ya da büzüşüp piyasaların bir mucizeyle yeniden canlanmasını bekleyeceğini tahmin etmek zor değil.

Belki de daha hazini, edebiA gibi internet üzerinden yayın yapan edebiyat sitelerinin bile yakın geçmişteki kadar okunmadığı gerçeği… İnkâr etmenin yararı yok: Okunmuyor. Okunsa bile öylesine… Lehte ya da aleyhte bir katkı vermeden. Oysa dergilerde yazılarımızın, şiirlerimizin yayımlandığı 80’li yıllarda okuduklarımız üzerine dostlar arasında konuşur, tartışırdık. En azından saklanmazdık! Hilmi Yavuz, yeni yayımlanan Doğu Şiirleri için “Bunlar son elli yılın en iyi şiirleri” dediği zaman kıyameti koparmıştık. Attilâ İlhan’ın hemen her yazısı sert tartışmalara yol açardı. Fethi Naci, “Türkiye’de futbol ne kadarsa roman da o kadar var” dediği zaman herkes neredeyse birbirine girmişti. Peki şimdi? Şimdi kime ne söylerseniz söyleyin, tık çıkmıyor.

Bu duyarsızlık karşısında yapılabilecek en akıllıca şey, kitaplara sığınmak bence. Ben öyle yapıyorum. imgelem’ı düzenli takip edenler bilir: Zaman zaman okuduğum kitapları tanıtıyorum. Zaten imgelem’la anlaşmamız buydu: Kitap tanıtım yazıları yazacaktım. O sırada kendi kendime de etliye sütlüye karışmama sözü vermiştim ama olmadı işte! Çocuklara yönelik kitap yazmayı hafife alan bazıları tuttuğum orucu bozdu.

imgelem’da değerli abim Attilâ Aşut’un yazılarını ilgi ve merakla okudum, çok yararlandım. Ama yazmıyor artık. Ellerinden tutmaya çalıştığım iki genç yazar derslerinin yoğunluğu nedeniyle görünmüyorlar. Murat Şahin de sanırım bir yoğunluk içinde. Kadim dostum Salim Çetin’in yazılarını öğretici buluyor, ilgiyle okuyorum. Ama ben biraz müsaade istiyorum.

* Yazarımız Aydoğan Yavaşlı, yıllık izninin (!) bir kısmını kullanacağından dolayı, kısa bir süre aramızda olamayacak.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir