Bu memleketin kendini solcu, aydın, ilerici, demokrat vs sayanlarının bir kısmı şu saydığım sıfatların tam tersinde yer almaktadır. Bunun böyle olduğunu hayatın bizzat kendisi göstermektedir. Yani çoğu solun ne olduğunu bilmez, çoğu aydın olmanın gereğinden habersizdir, hayatın hangi alanında ilerici oldukları her zaman tartışmalıdır ve son olarak demokrasiyi ağızlarından soksanız gözlerinden kaçar. Entelektüel mekânlarda atıp tutmalarına bakmayın siz, davranışları tam tersidir. Görünürde kadın haklarından, kadınlara saygıdan filan söz ederler ama kadının biri azıcık kanlarına dokunsun, görün nasıl efelenirler. Emperyalizmin sömürüsü hakkında saatler boyu ahkâm keserler ama hani şu meşhur Amerikan kahve şirketinin hemen her köşe başında bulunan kafelerinde günlerini geçirirler. Alın bunlardan üç beş tanesini, götürün bir tarlaya, verin ellerine çapayı, bakın bakalım karığın başına varabilecekler mi? Rahata alışmış kıçlarını hiç zorlamadan emekçi edebiyatı yaparlar, barlarda kadın-kız peşinde koşarlar.
Bu tiplerin şu bizim edebiyat âlemindeki elemanları da farklı değildir. Çoğu angajedir zaten; ya bir gazeteye, ya bir ‘solcu’ partiye, ya bir derginin ya da stk’nın cemaatine… Lafa gelince hani şu ABD’deki alçağa onlar da atıp tutarlar ama cemaatlerine olan bağlılıkları o aşağılıklardan aşağı değildir. Adını vermeyeyim, siz tahmin edersiniz: Bir biçimde bir köşe kaptıkları gazetelerin kitap eklerinde, dergilerde filan aynı cemaatten ‘yazar/şair’lerin kitaplarını yere göğe sığdıramazlar. Breh breh breh, dersiniz, meğer tam Nobellikmiş de bizim haberimiz yokmuş. Tutuklanma sırasında “Dokunan yanar!” demişti ya bir gazeteci, tıpkı onun gibi, bu angaje, iliştirilmiş, yalaka, yalama; ne derseniz deyin, işte bunların çetelerinden birine dokunmaya görün, bulundukları yerdeki bütün kapıları kapatırlar size, eleştiriye hiç gelemezler. Ama sorarsanız Atatürkçüdürler, solcudurlar, sosyalizmden yanadırlar, hatta “kimsenin kimseyi sömürmediği”, “emeğin en yüce değer olduğu” bir dünya düzeni için mücadele etmektedirler. Çoğu laftadır bunların. Tıpkı Cezayir halkı Fransız sömürüsüne karşı isyan ederken Cezayir halkının yanında olmayan Fransız Komünist Partisi gibi. Çıkarlarına dokundunuz mu yandınız demektir.
(Yıllar önce bunlardan bir tanesiyle bir gazete bayiinde karşılaştık. O da benim aldığım gazeteden alıyordu; hani şu perşembe günü kitap eki veren gazeteden. Beni görür görmez açıklama gereği duydu: “Ben bunu yalnız perşembeleri alıyorum, eki için,” dedi. Nedenini sordum. Efendim, çünkü ulusalcıymış o gazete. Ee, sen nesin, dedim. Ben devrimciyim, dedi, Kemeraltı’nın kalabalığına karıştı. Şimdi o gazetenin kitap ekine attı kapağı, iyi mi? O ulusalcı gazetenin…)
Dil ve yazım yanlışı yapmadan telgraf metni bile yazamayanların eş dost çevresiyle edebiyatçı, yazar, şair, bilmem ne olduğu bu ülkede yayıncı olsanız ne yazar, okur olsanız ne! Zaten o yüzden işte: Nasıl ki banka mevduatlarının çoğu yabancı para birimi oldu, nitelikli okurlar da bizdeki algida yalamacılarla vakit kaybetmektense gerçekten yazar olan yabancı yazarların kitaplarını alıp okuyorlar. Kitap eklerinde tanıtım yazısı yazan maaşlı pazarcılara yüz vermiyorlar.
Valla bana sorarsanız çok da iyi ediyorlar. Birbirlerinin öksürüğünde bile hikmet-i Huda arayan, en küçük bir eleştiriye tahammül edemeyen, eleştirir gibi yaptıklarına tıpatıp benzeyen şu geri kalmış ülkenin -ayıptır söylemesi- köylülükten sıyrılamamış (bazılarını tabii ki tenzih ederek söylüyorum) ‘yazar’larının yazdıklarını okuyup da ne bileyim…
Değmez. Vallahi değmez!