- Ursula K. Le Guin’den ZİHİNDE BİR DALGA - 22 Şubat 2023
- “BORGES’İN EVİNDE” - 13 Şubat 2023
- AYKIRI BİR KALEM: JOSE SARAMAGO - 11 Kasım 2022
80’li yılların ortalarını hatırlıyorum. O zamanlar ben de 30’lu yaşlarını süren ve henüz ilk şiir kitabını yayımlamış “şiirin kıyılarında” bir gençtim. Az buçuk taşralı olmanın ağrısını içimde duyuyordum duymasına ama orada burada afur tafur “İstanbul dükalığı”na lanetler okumuyordum. Dahası, o taşra sıkışmışlığıyla bağırıp çağıranlara, yeteneksizliğini “Bizans öfkesi”nin ardına saklayanlara katılmıyordum. Katılmıyordum, çünkü taşra kavramının bir coğrafyayı imlemesini dar, kapsamsız, arızalı buluyordum. Sanırım kültür planında bana göre en doğru tanımı şair Veysel Çolak yapmıştı o sıralar: “Taşra,” demişti, “yeteneğin bittiği yerde başlar.” Tıpkı “Gurbet, kapının arkasıdır” der gibi. Bu, tabii ki iddialı ve tartışmaya alabildiğine açık bir saptama ama gözlemlerim, V. Çolak’ın saptamasını büyük ölçüde doğrular nitelikte. Dünyada ve bizde birçok sanatçı ülkesinin ille de en büyük, en kalabalık, en merkezi vs kentinde yaşamıyor. En güzel eserlerini oralarda vermiyorlar. Dahası, birçokları taşra diye adlandırabileceğimiz yörelerde doğup büyümüş, en güzel ve kalıcı eserlerini oralarda vermişlerdir. Dolayısıyla bugün bütün nitelikli sanatçılar İstanbul’da, New York’ta, Paris ya da Londra’da yaşıyorlar diyemeyiz.
Aslında bu, dişi, yani doğurgan bir konu. İleri geri akıl yürütmek mümkün. Sözgelimi, yukarda söylediklerimin tersini söylemek de mümkün. Bir sanatçının nitelikli eserler vermesinde yaşadığı yerin hiç önemi yok, denilebilir mi? Bence denmez. Kendi adıma ben, sanata ve sanatçıya değer vermeyen, bir otelde kıstırınca alttan ateşe veren, cehaleti kutsayan böyle bir ülkede yaşayıp yazmaktansa New York’ta ya da Londra’da filan yaşamak isterdim. Adını andığım kentlerde yaşasaydım çok nitelikli kitaplar yazabileceğimi düşünüyorum. Viyana’da konsere gitmeyi, Manhattan’ın geniş ve rüzgârlı caddelerinde uzun uzun yürümeyi, Roma’da âşık olmayı, Paris’te resim sergilerinde gezinmeyi kim istemez?
“Peki ama yeteneğiniz yoksa bütün şu saydıklarınızın esamisi bile okunmaz” diyebilirsiniz tabii. Haklısınız: Sirk hayvanları da bütün dünyayı dolaşırlar ama o seyahatler onların davranışlarında olumlu değişmeler yaratmaz. Fakat elinizi vicdanınıza koyun da söyleyin: Bütün güzel eserlerin arkasında büyük yaşanmışlıklar yok mudur? Anadolu’nun kuş uçmaz kervan geçmez küçük bir köyünde bütün bir ömrünüzü geçirirseniz kendinizde vehmettiğiniz yeteneğiniz sizi nereden alıp nereye götürür?
Belki bizi şu söyleyeceklerim uzlaştırabilir: Taşra dediğimiz, kültürü üretmeyen, dolayısıyla istenildiği şekilde ve düzeyde tüketmeyen yerdir. Tersinden söyleyelim: Kültürü üreten ve hakkıyla tüketen yer, taşra değildir. Örneğin, Paris taşra değildir, çünkü hemen her sanat ve kültür dalında eser üretilir.
Taşra olanına da siz örnek verin artık.