imgelem DENEME YAZMAK ÇİLELİ BİR İŞTİR, EVET

YAZMAK ÇİLELİ BİR İŞTİR, EVET

Kaç yıl oldu hatırlamıyorum: Hilmi Yavuz’laydık. Fuarın içinde 9 Eylül Kapısına doğru yürüyorduk. Laf açıldı, şöyle dedi: “Şimdikilerin sorunu, kendilerine usta ya da ustalar edinmemeleri Aydoğan.”

Onun bu sözünün benzerini daha sonraları başka bazı ustalardan da duydum, en başta da Tarık Dursun K.’dan… Tarık Dursun K., Orhan Kemal’in, Oktay Akbal’ın, M. Gorki’nin ya da Maupassant’ın adları ne zaman anılsa, “Ustalarım” derdi. Yanı sıra Çehov’u, M.Ş.Esendal’ı önemsediğini belirtirdi.

Ben, Tarık Dursun K.’nın hayatının son 30 yılına tanığım. Ondan bir şeyler öğrendiğime inanıyorum ama çalışkanlığının altını özellikle çizmek isterim. Yazar olmanın, yazarak yaşamanın nasıl bir şey olduğunu onda gördüm. Çilesini çeke çeke yazıyor, yazmanın dışında hiçbir şeye ilgi duymuyordu. Tabii sinemayı, gazeteciliği, yayıncılığı ayrı tutarak söylüyorum bunu.

Bildiğim, tanık olduğum ve duyduğum kadarıyla Attilâ İlhan da öyleydi. Abartı derecesinde disiplinli, saati saatine yaşayan biriydi. Şair kısmının esasen derviş olması gerekmez mi, diye sorduğumda hemen itiraz etmiş ve kendisinin her gün hiç aksatmadan bir sayfa yazdığını, bunun da yılda 365 sayfa ettiğini söylemişti. Gerçekten de her gün saat 17 ile 18 arasında yazmaya oturur, telefonlara bile çıkmazdı.

Benzer disiplinli yaşam tarzını İlhan Berk’in de sürdürdüğünü duymuştum. Hazret, her gün uyanır uyanmaz tıraşını olur, iki dirhem bir çekirdek giyinir, sonra masasının başına geçip şiir çalışırmış.

“Ben yazarım, nerede olsa yazarım.” Bu söz de -hatırımda yanlış kalmadıysa- Orhan Kemal’inmiş. Onun özellikle Cağaloğlu’ndaki yayınevlerine yakın kahvelerde filan bir köşeye çekilip harıl harıl yazdığını, yazıp bitirdiklerini hemen karşıdaki yayınevlerine götürüp telif aldığını anlatmıştı Tarık Dursun K.

Yanında sürekli küçük bir not defteri taşıyıp gerektiğinde belediye otobüsünde bile yazanlardan biri de Behçet Necatigil. Kırk Kuşağını soracak olursanız, onların birçoğu soğuk hapishane koğuşlarında, gardiyanların burunlarının dibinde yazdı şiirlerini, hikâyelerini, romanlarını…

Yaşar Kemal’in romanını yazması, kırda bayırda yaptığı uzun yürüyüşlerde başlarmış. Yürürken düşünür, tasarlar, sonra oturup yazarmış. Adını anımsamadığım bir Fransız yazar, banyosundaki küveti suyla doldurup oturur, orada yazarmış. Balzac’ın günde neredeyse kırk fincan kahve içerek yazdığını hepimiz biliyoruz.

Yazarak yaşamak gerçekten çileli bir şey. Antenlerinizin sürekli açık olması gerekiyor öncelikle. Ama en önce iyi bir okur olmanız, yazdığınız türde derinlemesine çalışmanız gerekiyor. Haa, bunları yapmadan da olmaz mı, derseniz… Olur tabii, olur ama o kadar olur işte. Çok çabuk yorulup bıkarsınız. Hele bir yazar olarak yaşamanın pek de matah olmadığını, yazarlığınızın bir işe yaramadığını anladığınızda bir okey masasında dördüncü olmanız işten bile değil.

Bataklık yalnız Ortadoğu’da değil, yeri gelmişken hani…

Cevap bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir