imgelem DENEME HAVAGAZI, SU SAATİ…

HAVAGAZI, SU SAATİ…

Sombahar’da ilk yazım 27 Haziran 2019 yılında yayımlanmış. Bir çocuk kitabını tanıtıp ucundan eleştirmişim. O tarihten beri hiç aksatmadan her hafta yazmış, küçük birkaç beğeni dışında şöyle adamakıllı bir eleştiri almamışım. Tabii bu, harika yazılar yazdığım anlamına gelmiyor. Zaten hiç eleştiri almamış olmak, kendi başına ve esaslı bir eleştiri bence. Zaman zaman geriye dönüp eski yazılarımı okuyunca bazen gerçekten saçmaladığımı görüyorum. Sombahar’da yazma teklifi aldığımda yöneticiye yalnızca çocuk edebiyatıyla sınırlı olabileceğini belirtmiştim. Fakat hayatı belirleyen bizim mutlak irademiz değil yazık ki. Zorunlu olarak deneme ile eleştirinin, hatta polemiklerin sınırlarında gezindiğim oldu. Doğrusu, karşı çıkışlar beklemedim değil. Bir tek henüz ilkgençlik yıllarını yaşayan liseli bir kızdan, Bengisu Ataoğlu’dan geldi beklediğim. Hani şu aşk konusunda yazdıklarım üzerine… Aşk konusundaki değerlendirmelerimin dar olduğunu yazdı. Bana mealen “Bir yerde sıkışıp kalmışsınız” dedi. Verdiği örneklerle de kanıtladı. Doğrusu hak verdim, çok mutlu oldum.

Öte yandan, yazdığım kimi eleştiri yazılarından alınanlar oldu. Ortaya yazar gibi yapıp onları kastettiğimi düşünmüşler. Tabii kimsenin paranoyası beni ilgilendirmez; şu yazdıklarımdan acaba kimler alınır, kimler darılır, diyerek kendimi kısıtlamam sizce doğru olur mu? Nurullah Ataç’tan tutalım Fethi Naci’ye, Mehmet H. Doğan’dan Berna Moran’a; bu değerli eleştirmenler “Aman kimseyi darıltmayalım!” dile düşünmüş olabilirler mi? Kaldı ki benim bildiğim, bütün iyi yazarlar, aldıkları eleştirileri doğru değerlendirip yazmayı sürdürenlerdir. Takılıp kalanlar, zaten soluğu yetmeyen, kültürel yapısını yeni okumalarla besleyemeyenlerdir.

Gelelim imza ve söyleşi günlerine… Bence şu imza günlerinin şekli şemali değişmeli artık. Şu durağanlıktan, hamasetten filan kurtarılmalı. Kapalı mekânlarda yapılmalı ve tıpkı Batılı ülkelerdeki gibi yeni bir şekil verilmeli. Yazarların -özellikle yazlık beldelerde- Menemen bardağı gibi yan yana oturup kitaplarına “müşteri” beklemeleri bence hiç hoş değil. Aynısı fuarlar için de geçerli. Zaten kitap fuarları esas olarak medyada da isim yapmışların, yani gazetecilerin, hapiste bir süre yatıp çıkmışların filan arenası artık. Gerisi bezenti! Kitap fuarlarının yapıldığı o hangarlara bu saatten sonra Yunus Emre bile gelse havasını alır. Eğer bir medya dayanağınız (ve müritleriniz!) yoksa gerisi havagazı, su saati! Kaldı ki şu salgın, özellikle S. Ali’nin, Dostoyevski’nin, Ö. Asaf’ın, (ah tabii) bir de “kişisel gelişim”cilerin filan kitaplarına yaradı. Evlerinde kapanıp kaldıklarında dönüp dönüp yalnızca bu yazarları okudular. Bizim kuşağın 12 Eylülden sonra Tanpınar’ı keşfetmesi gibi.

Yazılarıma bir süre ara verirsem penceremin altına gelip ille de “Yaz! Yaz! Yaz!” diye tutturmayacağınızdan emin olduğum için huzur içindeyim.

2 thoughts on “HAVAGAZI, SU SAATİ…”

  1. Sevgili Aydoğan Yavaşlı, bu sayfadaki yazılarına dişe dokunur bir eleştiri gelmemesini hayra yormadığını söyleyince bana bir cesaret geldi (!) ve bugünkü yazısında takıldığım iki “dil sorunu”na değinmek istedim…

    Değerli kardeşim, “Sombahar’da ilk yazım 27 Haziran 2019 yılında yayımlanmış” diye başlamış söze. “Yıl” ve “tarih” kavramları ayrıdır. “2019 yılında” diyebiliriz. Ama gün, ay ve yıl bir arada belirtildiğinde artık “tarih” sözcüğünü kullanmamız gerekir.

    Yazıda takıldığım bir başka ifade de “şekli şemali” yazımı. Ben TDK’nin ve Dil Derneği’nin sözlüklerinde böyle bir yazım biçimi göremedim. Bu Arapça pekiştirme ifadesinin doğru yazımı “şekli şemaili” olmalı.

    Sevgili Yavaşlı’nın engin hoşgörüsüne sığınarak…

  2. Çok doğru abi. Demek ki yolumuz uzun. Öğrenecek çok şey var. Eleştirinin eleştirilen kişiye anlamlı bir yardım olduğuna inanıyorum. Teşekkür ediyor saygılar sunuyorum.

Cevap bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir