Aydoğan Yavaşlı, imgelem’daki (7 Temmuz) “Hazır Bayramlık Ağzımı Açmışken “ yazısında, geçmişte düzeltmen olarak çalıştığı yayınevine, kitap basımı için gelen dosyalarda dil yanlışlarının çok olduğu, genç yazarların noktalama işaretleri ile diğer de- da ekleri gibi kurallara uymadıkları konusunu dile getiriyordu.
Oysa bizim zamanımızda bildiğim kadarıyla gramer konusu, okullarda müfredat içinde ders olarak vardı. Kullanımda bu kadar eksiklik, eğitimdeki eksikliği akla getiriyor.
Bu da müfredatı düzenleyenlerin konuyu yeni baştan ele almalarını zorunlu kılıyor, bence! Her neyse, Yavaşlı esas olarak imlâ yanlışlıklarından söz ediyordu o yazıda, ama daha geniş açıdan edebi bir metinde dilin nasıl kullanılması gerektiği konusuna çok da değinmiyordu. Olsun, en azından benim için epeydir düşündüğüm konuyu irdeleme fırsatı vermiş oldu, bu yazı.
Tabii Yavaşlı’ nın haklı olarak dilin doğru kullanılması konusundaki hassasiyeti sonuçta bir yazardan beklenecek tavırdır aynı zamanda. Öbür türlü dil yanlışları ile dolu bir metnin sanatsal değerinin olamayacağı gerçeğidir ki günümüzde bu da çok tartışılan konuların başında geliyor, bilindiği gibi.
Oya Baydar son romanı, Yazarlarevi Cinayeti’ ni Gazete Duvar’ da Sibel Oral’ a anlatırken, “…. O, şiirli, büyülü bir dili yakalamaya çabalıyor. Kim istemez! Ama zorla olmaz, o dilin duygusuna sahip değilseniz özenti, iğreti bir dil olur.” Diyerek dil konusundaki duyarlığa dikkat çekiyor.
‘Dilin duygusuna sahip olmak’ kavramını diğer ögelerin yanına koyuyor.
Bence bu kavramla kastedilen; sözcük seçimindeki ustalık, aralarındaki ilişki ve o bağlantılardan çıkan ritim ve tını olmalı. Bütün bunlar dildeki ustalığı işaret ediyor.
Gene bir başka Sibel Oral söyleşisinde, “ Yazınsal Akrabalıklar: Benerler” de Yiğit Bener, Eksik Taşlar romanını yazdıktan sonra amcası Vüsat O. Bener’ e okuttuğunu, “…evinde buluştuk, içeriğini çok beğendiğini (…) ‘ama Türkçe’ n yer yer problemli!‘ “ dediğini dile getiriyor.
“ Eve dönünce bütün sayfaların baştan sona koyu kalemle işaretlenmiş olacağından korktum.
Oysa 500 sayfalık romanda topu topu 10-15 not tespit etmişti.”
İşte yazarın yazarda önce aradığı konu, dil duyarlığı, ya da başka bir deyimle dili ustalıkla kullanıp, kullanmadığı…
Fakat yazarlık kumaşı denen o yetenekte, anladığım kadarıyla, dilin iyi kullanılması tek başına yeterli değil, eleştirmen Jale Baysal’ ın V. Havel’ den alıntıladığı şu cümle bunu göstermiyor mu?
“… Vlasta Tresnak iki cümlede bir yanlış yapardı ve Çekçeyi Pavel Eisner gibi iyi bilen pek çok yazarlardan daha iyi bir yazar oldu.”
Hadi buyurun bakalım!
Hatta Havel daha ileri gidiyor, kötü bir yazar iyi bir romancı olabilir, diyebiliyor!
DİL YANLIŞLARI DENİLİNCE AKLA ORHAN PAMUK GELİYOR AMA…
Orhan Pamuk, Nobel’ i aldıktan sonra biliyorsunuz romanlarındaki dil konusu gündeme taşındı ve bir hayli tartışıldı.
Kimi eleştirmen onun anlatımını gökler çıkardı, iyi yazanların ve güzel konuşanların arada bir dil sürçmesi yapması kadar doğal bir şey olamayacağından yola çıkarak, Pamuk’ taki dil yanlışlarının abartıldığı savunuldu.
Söz gelimi Jale Baysal, Orhan Pamuk’ un Beyaz Kale romanındaki giriş cümlelerini tezine örnek almış.
“Venedik’ ten Napoli’ ye gidiyorduk. Türk gemileri yolumuzu kesti. Biz topu topu üç gemiydik, onlarınsa sisin içinden çıkan kadırgalarının arkası gelmiyordu bir türlü.”
Baysal buradaki anlatımdan ve yaratılan atmosferden övgüyle söz ediyor.
“İyi bir kameraman, üç kısa cümle ile yaratılan bu tabloyu izleyiciye yaşatabilmek için neler ve ne kadar zaman harcardı kestiremiyorum” diyerek övgüsünü pekiştirmiş.
Dolayısıyla Pamuk’ un dili kullanmasında abartıldığı kadar yanlışlıkların olmadığını bize anlatıyor.
Galiba Oya Baydar’ ın girişte söylediği ‘dilin duygusuna sahip olmak’ kavramıyla kastedilen de bu olmalı.
Doğru dilbilgisi, sözcüklerin sihirli yan yana gelişi ve yaratılan atmosfer…
BİR DE KARŞI ÇIKANLAR VAR!
Ve fakat bir de Orhan Pamuk’ a karşı çıkanlar var; ünlü yazar Tahsil Yücel bunların başında geliyordu, bilindiği gibi.
O da olumsuz örnekleri Kara Kitap’ tan alarak savını ortaya koyan eleştirmenlerden.
Mesela “ Benim adreslerden hiç biri var mı sizde?” .(Age. Shf.55) Cümlesi gibi.
Yücel, Pamuk’ tan hem kısa hem de uzun cümlelerden çok miktarda örnek alarak bunlardaki yanlışlıkları ortaya koymuş.
Bilindiği gibi bazı eleştirmenler Pamuk’ taki bazı dil yanlışlarını iyi bir yazarın dil sürçmesi olarak görürken, Yücel bunları Türkçe’ yi sonradan öğrenmiş birinin anlatımı olarak niteliyor.
Pamuk’ taki egemen anlatım biçimini, Batı dillerine öykünen, ”…özneyi hep bir yan cümlenin arkasına yerleştiren, ama Türkçenin yapısına uymadığından çok hantal kaçan (…) romanın tümüne(…) kötü çeviri izlemini …” veren bir öge olarak niteliyor.
PAMUK’ U GÖKLERE ÇIKARANLAR DA VAR!
Pamuk’ un bir de romanlarını okuyanlar bilecektir nerdeyse yarım sayfayı bulan cümleleri vardır.
Okuyanı zorlayan, özneyle sonda yer alan yüklemin işlevlerinin çoğu zaman karışmasına neden olabilen uzun cümleler…
Belki de Pamuk’ un romanlarındaki okumanın zorluğu da buradan kaynaklanmış olabilir.
Evet uzun cümleler olabilir ama bu dil konusundaki yanlışlığa işaret eder mi?
Sanmıyorum.
Uzun cümleler kurarak ta büyülü bir anlatıma varmak mümkündür.
İstanbul-Hatıralar ve Şehir- kitabından şu örneğe ne dersiniz?(Shf.112)
“Çocukluğumda kendileriyle karşılaşmış olabileceğimin hayallerini kurduğum bu dört yazar da, hiç şüphesiz bilinçle Poe’nun kompozisyon mantığını yürütmemişlerdi, ama o kültürün öldüğünü, bir daha geri gelmeyeceğini, kayıp olduğunu bilmenin hüznüyle İstanbul’ un geçmişine dönerlerse ancak özgün bir ses bulacaklarını hissetmişlerdi.”
Bir başka eleştirmen Bert Brendemden’ e bu kez kulak verelim:
Eleştirmen dilin ve tabii ki anlatının cümle içindeki yapısal özelliklerine bakıyor:
Ona göre, “…uzun ve karmaşık cümleler yazmak Pamuk’ un genel biçimsel…” özelliği.
Bu da beraberinde bazı sorunları kaçınılmaz kılıyor.
Ne bunlar?
Geleneksel yollarla metni oluşturan yazarlarda olmayan sorunlar bunlar.
Kısa cümleler; özne- tümleç- yüklem dizilimi etrafında dönen anlatım biçimi…
Oysa Pamuk’ ta cümle yeni yapısal bir özelliğe bürünüyor.“… kendini daha geleneksel yollarla ifade eden yazarların uğraşmamalarının gerekmediği bazı söz dizimi sorunları..” bunlar.
Başka bir ifadeyle “…konuşma dilinin söylem ilkelerinin uzun söz dizimi yapıları içine nasıl yedirileceği(…) “ konusu.
Tahsin Yücel’ in “…özneyi hep bir yan cümlenin içine yerleştiren…” yapı.
Mesela:
“Gün boyunca evine ve Milliyet Gazetesi’ ne her telefon edişinde Galip, telefonu Celal açıcınca sesini değiştirip onunla bir başkasının kimliğiyle konuşmanın hayallerini kurdu.”
Cümlesinde olduğu gibi…
Oysa romancı bu anlatımı parçalara bölüp işin kolayına kaçabilir miydi?
Neden olmasın!
Fakat Pamuk bunu yapmıyor, geleneksel anlatımdan farklı bir söz dizimi yoluna gidiyor.
Özne yüklemden sonra geliyor…
Daha çok devrik cümleler kullanılıyor.
Bütün bunlar anlatımda yeni sorunlara neden oluyor mu?
Evet oluyor.
Ancak dilde de değişimin yaşandığı gerçeği göz önünde tutulduğunda başka bir gerçek karşımıza çıkıyor:
Yukarıda söylendiği gibi ‘ konuşma dilinin söylem ilkeleri’ nin söz dizimi içine katılması bu da.
Başka bir deyişle yazı dili ile günlük konuşmaların iç içe geçip bir uyuma kavuşması olayı..
Dilin yeni bir yapısal evreye sıçraması da denilebilir buna.
Görülebileceği gibi Yavaşlı’ nın “dil yanlışları” demesinden bunlar çıktı şimdilik.
Elbette tartışmanın sonu yok.