imgelem DENEME ŞÖYLE BİR DOKUNUP GEÇİYORUM

ŞÖYLE BİR DOKUNUP GEÇİYORUM

Az önce kitaplığıma şöyle bir göz gezdirdim. Bazılarını alıp sayfalarına şöyle bir göz attım, bazılarının sırtlarını okudum. İçlerinde bugün artık aramızda olmayan eski dostlarımın da var, yurdun bir yerlerinde yaşadıklarını bildiğim ya da tahmin ettiğim ama uzun zaman var ki iletişimi,  karşılıklı arayıp sormayı kestiklerim de… Kimi satırların üstünü turuncu gazlı kalemimle çizmişim. Özellikle anlatım yanlışı olarak gördüklerimi… Birçoğunun yanına doğrusunu yazmışım. En çok taktıklarım, sözdizimlerinde yapılan yanlışlıklar, ıkına sıkına kurulan cümleler… Arkadaşım, kardeşim, dostum olarak bellediğim kitap sahibi bazı yazarlarla bugün birbirimizi neden karşılıklı aramıyoruz, diye merak edenler için küçük bir not: Yanlışlarını göstermişim, eleştirmişim, yardım etmek istemişim, o yüzden… Sanırım, “Üstat, bu kitabınızda gene döktürmüşsünüz, harikalar yaratmışsınız,” filan deseydim el üstünde tutulurdum.

Gelelim başka bir soruna: Geçenlerde duydum, meğer bazı yayıncılar bazı gazete ve dergilerde kitap tanıtımı yapmada engel tanımayan ‘yazıcılar’a parayla iş yaptırıyormuş. Vaktiyle birçok gazete ve dergide ben de sevdiğim kitapları tanıttım ama bir kuruş telif almadım. Böyle bir şey aklıma bile gelmedi. Bence ayıp. Yani ben geçenlerde imgelem’da Yapı Kredi Yayınları arasından çıkmış kitapları size tanıtmaya çalıştım diye YKY’den para mı talep edecektim? Ya da onlar bana herhangi bir ödeme mi yaptılar? Tabii ki hayır, fakat duyduğuma göre İstanbul’da bu işin piyasası kurulmuş. Kitap eklerinin genellikle kendilerine reklam veren yayınevlerinin kitaplarına yönelik tanıtım yazılarını yayımladıkları bir gerçek ama bu bir dereceye kadar anlaşılır bir şey. Fakat para karşılığı tanıtım yazısı yazmak, en hafifinden namussuzluktur. Bu arada edebiA okurlarının da bilmesi gerekir: Buradaki yazılarım için telif almıyorum.

Bitirmeden başka bir soruna daha değinmek istiyorum: Geçenlerde burada yayıncı-yazar ilişkilerinde tespit ettiğim ve kendimce önemli bulduğum bir soruna değinmiştim. Kısaca demek istemiştim ki, yazarlar ile yayıncılar arasındaki ilişkide demokrasi esas olmalıdır. Yayıncılar yazarların patronu değildir. Fakat yeniyetme bazı yazarlarda kendini yayıncının kulu kölesi gibi görme hastalığı görüyorum. Yazarımız, kitabını yayımladığı için yayıncıya öyle minnet duyuyor, öyle teşekkür ediyor ki, çölde günlerce susuz kalan biri bile kendisine bir tas su veren bedeviye bu kadar yalvar yakar olmaz. Neresinden bakarsanız bakın beş yıl olmuştur, genç bir kadın yazarımızın kitabı geçti elime. Açıp incelemeye başladım. Bir de ne göreyim: Kitabının önsöz bölümünde yazarımız başta yayıncısına, sonra editörüne, çizere, velhasıl o yayınevinde kim varsa hepsine yürek dolusu teşekkür ediyor, yerlere kadar eğiliyor. Önce inceliğine verdim fakat kitabı okumaya başladığımda onlarca anlatım bozukluğu gözümden kaçmadı. Tutup yazdım kendisine: “O editör sizin kitabınızı okumamış, okusaydı bu yanlışları görürdü,” dedim. Kitabının oluşmasında bir miktar emeğinin geçtiğini belirttiği arkadaşları için de, “Onlar sizin arkadaşınız olamaz, gerçekten arkadaş olsalardı bu hataları görür, sizi uyarırlardı,” diye ekledim.

Dedim ya, kime dokunduysam uzaklaştı, selamı sabahı kesti. Neyse ki ben, emperyalizmin pençesinde yarı feodal bir ülke olduğumuzu ve aradan bunca zaman geçmesine karşın cumhuriyetin bireyini hâlâ yetiştiremediğimizi biliyorum.

Cevap bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir