“Hayatımızdan memnun olmak için yalnızca erdem yeterlidir. Yeter ki vicdanımızın iyi olduğuna hükmettiği şeyleri yapma konusunda hiçbir zaman kararlılık ve erdemden yoksun olmayalım. Ancak erdem akılla desteklenmediği zaman yanlışlar olabilir.”
R.DESCARTES
Seneca “Kendi mutsuzluğunuz sadece kendinize bağlıdır.” sözüyle açıklığa kavuşturmuştur. İnsanlar mutsuzluklarının sebeplerini dışarıda arama eğilimindedirler, oysa aradığımız tüm cevaplar içimizdedir. İnsan mutluluğa da, mutsuzluğa da kendi iradesiyle yaptığı seçimler doğrultusunda ulaşır. İnsanın bu seçimleri yaparken en büyük yoldaşı erdemleridir. Hayatı nasıl yaşamamız gerektiği, mutlak mutluluğa nasıl ulaşılabileceği, ölüm korkusuyla nasıl başa çıkılabileceği gibi konularda hemen hemen her insan bir kez olsun düşünmüştür. Ve o insanlardan biri bu sorulara “Gnothi Seauton” olarak yanıt vermiştir. Kendini bilmek erdemlerin en büyüğüdür, insan kendini bilmedikçe hayatın içinde sonbaharda dalından kopmuş kuru bir yaprak gibi savrulur, işte bu yüzden yolunu bulmak isteyenler için erdemlerden daha iyi bir kılavuz yoktur.
Antik çağlardan beri birçok insan hayatını mutlak mutluluğa erişmeye adamıştır, halbuki gerçekten mutlak mutluluk diye bir şey var mıdır? Stoa felsefesinin kurucusu Zenon mutluluğu ölçülü ve doğayla uyum içinde yaşamakla bağdaştırmıştır, Nietzche ise mutluluğun kelebek ömürlü olduğunu savunmuştur. Nietzche’ye göre mutlak mutluluk diye bir şey yoktur, mutluluk sonludur ve memnuniyeti sağlayan şey kişinin özgürlüklerine ket vuran şeylerle savaşmak için içinde barındırdığı irade gücüdür. Öyleyse mutluluğu muhafaza etmek mümkün değil midir? Thoreau bu soruya “Mutluluk tıpkı bir kelebek gibidir; ne kadar kovalarsan, o kadar sakınır senden. Fakat dikkatini başka şeylere çevirdiğinde, nazikçe gelip omzuna konacaktır.” sözleriyle cevap vermiştir. Mutluluk ilgi odağı olmayı sevmez; onu bir amaç olarak değil, araç olarak görmeli insan çünkü ancak o takdirde mutluluk deneyimlenebilir. Acıdan, sıkıntıdan ve kederden mahrum bir hayat sürmek değildir mutluluk, dünyada deneyimlemeye değer tek duygu mutluluk ya da haz değildir. Acı, keder, haz ve diğer tüm duygular en az mutluluk kadar değerlidir.
Ancak erdemler yalnızca mutlu bir yaşam için değil, aynı zamanda adaletli ve ölçülü bir yaşam için de gereklidir. Bu noktada Platon’un dört temel erdemden biri olarak tanımladığı “Dikaiosyne” devreye girmektedir. “Dikaiosyne” kavramı Yunan söylencelerinde Zeus ve Zeus’un ikinci eşi ve sonsuz düzen tanrıçası olan Themis’in çocuğu Dike’den gelmektedir. Dike adaletin tanrıçasıdır; bir elinde terazi, öbür elinde kılıçla tasvir edilir. Adalet şartların gerektirdiklerini değil, doğru olanı yapmaktır. Doğru olanı yapmak, çıkarlarımızı kollamaktan daha mühimdir. Bunun için de ölçülülük ve mücadele ruhu gerekir, bu açıdan Dike’nin tasviri çok değerlidir. Platon’un Sokrates’in Savunması’nda da dediği gibi “Hesabı verilemeyecek bir yaşam için yaşanmaya değmez.” İnsan sonucunda öleceğini bilse dahi doğru olanı yapmaktan bir an olsun şaşmamalıdır. Sokrates kendi ölümünü hazırladığını bilmesine rağmen düşüncelerinden vazgeçmedi çünkü bunu yapmak kendinden de vazgeçmek olurdu. Düşünüyor ve düşündüğümüz için var olabiliyorsak; düşüncelerimizi inkar etmek, varlığımızı inkar etmekten farklı olmayacaktır. Sokrates de biliyordu; erdemli bir yaşamı, erdemsizce sonlandırmak varlığına bir ihanet olacaktı. O hesabı verilemeyecek bir yaşam sürmemişti; farklı bir zaman da, farklı bir yerde Giordano Bruno da Sokrates ile aynı kaderi paylaşmıştı ancak Galileo Galilei farklıydı. Galilei, düşüncelerini dolayısıyla varlığını inkar etmiştir. Uğruna ömrünü adadığı değerler zaten varlığının kendisini tanımlarken, o var olmaya devam edebilmek için bu değerlerden vazgeçmesi gerektiği yanılsamasına kapılmıştır. O özelikle stoa felsefesinin savunduğu erdemlerin tam karşısında durmaktadır; belki o an için hayatta kalarak haz ve mutluluk yakalamış olsa da bu erdemsiz bir yaşayıştır ve böyle bir yaşayış memnuniyetten ve doyumdan oldukça uzaktır. Mitolojide de Sokrates ile benzer bir kaderi paylaşanlar vardır. Bunlara Prometheus iyi bir örnek teşkil edebilir, Promethues da insanlara ateşi vermek uğruna Zeus’la karşı karşıya gelmekten geri durmamıştır. Erdemli olan uğruna zincire vurulmaktan dahi çekinmemiştir. Bu örnekler “Momento Mori” sözünü destekler niteliktedir; bence de insan fani olduğunu unutmamalı, tam şu an nasıl yaşamak gerekiyorsa öyle yaşanmalı ve ölümden korkmamalı, hatta yeri geldiğinde ölüme kendi ayaklarıyla gidebilmeli insan.
Tüm bunların neticesinde cevaplanması gereken tek bir soru beliriyor akıllarda:
İnsan hayatından nasıl memnun olabilir? Soru her ne olursa olsun yanıt hep aynı kapıya çıkıyor benim için, yani yolda olmaya.“Bir yolculuktu bu ve yolun sonunda, ulaşmak istediğim kendimdi…” Bu hayattan memnun ayrılmayı, ancak hayat yolculuğunda erdemlere sarılarak mümkün kılabiliriz. İşte hayatın bütün gizemi Apollon Tapınağı’nın girişinde yazılı şu iki sözcükte saklı:
“Gnothi Seauton”
Başarılarının devamını diliyorum 😘😘😘😘🌺🌺🌺🌺🌺🙏🙏🙏🙏🙏