Sait Faik Hikâye Ödüllerinin 67.’si bu yıl Deli Tarla adlı hikâye kitabıyla Şermin Yaşar’a verildi. Yeri gelmişken söyleyeyim: Ben popüler yönsemelere karşı soğuğumdur. İtici bulurum. Herkes o yöne akın etmişse, ben tersine giderim. Bu bir film olur, bir roman olur, bir yemek ya da giyim tarzı olur fark etmez; uzak dururum. Bu ilkemi iki kez ihlal ettim: Biri Marquez’de, bir diğeri Şermin Yaşar’da…
Şermin Yaşar’ın adını zaman zaman duyardım. Çocuk edebiyatı türünde yazıyormuş ilkin, sonra çocuklarıyla oynadığı oyunları sosyal medyada yayımlamış, derken bildiğimiz türden hikâyelere yönelmiş. Edebiyat alanında yüksek lisansı da olan Şermin Yaşar, 1982 Berlin doğumlu ve üç çocuk annesi… Bir hafta kadar önce Sait Faik Hikâye Armağanını aldığını duyunca Deli Tarla’yı alıp okuyayım dedim, alıp iki günde okudum!
Doğruya doğru: Hikâyeler güzel. Ben böyle tanıdık insanların hikâyelerini oldum olası severim zaten. Hele bir de edebiyat yapacağım kaygısı gütmeden, herkesin anlayacağı bir dille yazılmışlarsa daha çok severim. Benim tahammül edemediğim, aklı sıra edebiyat yapacağım kaygısıyla lafı evirip çevirmek, anlaşılmaz oldukça derinleştiğini sanmak ve ukalalık… Şermin Yaşar’da bunların hiçbiri yok. Dili, sonsuz bir bayırda hızını hiç bozmadan koşan bir doru tay gibi; boğmuyor, sıkmıyor.
Deli Tarla’da on altı hikâye var. Bu on altı hikâye içinde şu çok iyi ama filan da zayıf diyebileceğim herhangi biri yok. Hepsi hikâye sanatı açısından tatmin edici. Bittiklerinde kitabı kapatıp bir süre düşündürüyor. Tabii kimi hüzünlü, kimi de mizahın sınırlarında turluyor. Aslında bana sorarsanız Şermin Yaşar’ın dili mizaha daha çok yatkın. Bizim sınıfın insanlarını; yani onların mertliklerini ya da kalleşliklerini, vefalı olma hallerini ya da unutkanlıklarını filan çok iyi görmüş. Kendisi şu ya da bu taraftan değil, o yazar tarafsızlığını korumuş. İşaret parmağını gözümüze doğru tutarak ders vermemiş, yalnız hikâye gerçeğinin peşinden koşmuş.
Ben aslında beğendiğim yerlerin altlarını çizmeyi severim. Deli Tarla’da öyle “Vay be, kitabın ortasından konuşmuş!” dedirtecek laflar yok, varsa da biri ikiyi geçmez. Kâmil’in Denizkızı adlı hikâyesinde sözgelimi, sağlık sorununa denizlerde çare arayan Kâmil, doktor dostunun sorusu üzerine şöyle diyor: “Toparlayamadım doktor. Emin ol kimse toparlayamıyor. Sadece herkes başka türlü dağıtıyor.” Adieu Hala’nın bir yerinde şöyle diyor: “Bir ailede bir sorunlu birey varsa diğerleri ister istemez uyumlu olmak durumundadır.”
Son söz: Şermin Yaşar’ın hikâyeleri ile Sait Faik’in hikâyeleri arasında herhangi bir illiyet bağı kuramadım. Bence çok farklı kanallar. Aynı soy damar değiller. Söylemezsem olmazdı.