- Ursula K. Le Guin’den ZİHİNDE BİR DALGA - 22 Şubat 2023
- “BORGES’İN EVİNDE” - 13 Şubat 2023
- AYKIRI BİR KALEM: JOSE SARAMAGO - 11 Kasım 2022
İki yüz sayfayı geçen bu metin yazarının dediği gibi bir “anlatı” mıdır, yoksa roman mı, diye soracak olursanız rahatlıkla “İkisi de” diyebilirim. Çünkü Dag Solstad, sayfalar boyunca hem ülkesine, yani Norveç’e “musallat olan büyük siyasi uyanışı” anlatıyor, hem o uyanış sürecinde Oslo’nun güneyinde bir endüstri kenti olan Larvik’te yaşadıklarını… Bir lise öğretmeni olarak geldiği Larvik’te Çin Devriminden etkilenerek Marksist-Leninist Komünist Partisinin militanı olması, püriten bir komünist olan Nina’yla kısa süren ateşli bir aşk yaşaması, kütüphane memuru Lise ile evlenip bir erkek çocuk sahibi olması, parti içinde bazı militanlara hayranlık duyması, onları model alarak parti çalışmalarına katılması, sonra zaman içinde değişen dünyayla birlikte düşüncelerinin sarsılması… Sözün burasında kim olsa Banu GürsalerSyvertsen’in çevirisinin hakkını vermek ister. Kitabı baştan sona hiç zorlanmadan, sürekli kamçılanan merakımın peşinde bazen soluk soluğa koşarak okudum.
Norveç’in “proletarya diktatörlüğü”yle yönetilmeyi gereksindirmeyecek, hatta gıpta edilecek bir demokrasi ile yönetildiğini lise öğretmeni Knut Pedersen de bildiği halde radikal devrimci Komünist Parti’de görev alıp fabrika önlerinde Parti’nin gazetesini satmasının, Parti çalışmalarına gönüllü katılmasının temelinde hem kendini kabul ettirme arzusu, hem de ateşli konuşmalarını handiyse ağzı açık bir şekilde dinlediği Nina’nın gözüne girme isteği yatmaktadır. Nina ise Pedersen ile yaşamakta olduğu ilişkinin sonuçsuz olduğunu fark etmiş, Larvik’in tek hastanesindeki işinden ayrılıp emekçilere daha yakın olabilmek için bir fabrikada çalışmaya başlamıştır. Zaman içerisinde dünya çapında yaşanan gelişmeler “Partili yoldaşlar”ı da bazı kavramları yeniden değerlendirmeye sevk edince kopmalar başlamıştır. Bunlardan biri de, lise sıralarında Pedersen’in de öğrencisi olan, radikal görüşleriyle onu derinden etkileyen Werner Ludal’dir. Ludal, parti saflarında canla başla emek verdiği halde halkın kendilerine aniden sırt dönmesini anlayamıyor, tepkisini gelişmeler karşısında kendini yenileyemeyen partisini terk ederek gösteriyordu. “Werner şu sonuca varmıştı: Ezilenleri kör, sömürüyü görenleri de korkak yapan yaygın bir resmi yalan mevcuttu ve bunun sonucunda bu insanlar miskin, kadına şiddet uygulayan, alkolik ve herkesin suratına tükürdüğü zavallı soytarılara dönüşüyorlardı.”
Pedersen’in gözleminin ise bundan aşağı kalır yanı yoktur: “”Bu durum yoldaşlarımızın pes ettiği (…) anlamına gelmiyordu, ancak bir şeyler olmuştu ve Partili yoldaşlarımız önceleri konuştuğumuz dilden çok bıkmışlardı, artık bu dili sadece basit kalıplaşmış cümlelerden ibaret görüyorlardı.”
Nina’nın intiharı, partideki yakın arkadaşlarının artık geçmişte de kalsa yaşadıklarını sorgulamaya başlaması, lise öğretmeni Pedersen’in de kendiyle yüzleşmesine yol açmıştır. Bütün bunlar neden, diye döne döne sormakta ve bir öğretmen arkadaşının evinin alt katında yapayalnız yaşamasının acısını etinde kemiğinde duymaktadır. Kuşkusuz öğrenci profili de değişmiştir. Pedersen, “Bunların öğretmeni olmayı kişiliğime yapılmış bir hakaret olarak alıyordum,” diyor. Devamla, “Şu anda karşımda olan şey gelecek nesil değildi, bir hakaretti. Ağzım açık bir vaziyette karşımda öğrencim olarak duran tiplere bakıyordum. (…) Gerçek miydi gördüğüm? Gerçekten 1980 yılının Norveç gençliği miydi? (…) Tarihin çarkını döndüren, insanların beyinlerini tutuşturan şeyler karşısında terbiyeye, saygıya, alçakgönüllü olmaya vurgu yapan, sıradan, normal bir eğitim vermek bu şartlar altında imkânsızdı,” diyerek umutsuzluğunu dile getiriyor.
Dag Solstad’ın Mahcubiyet ve Haysiyet adlı romanını da okumuş, Kuzey ülkelerinin edebiyatına uzunca bir süredir uzak kalmanın acısını duymuştum. Böyle bir acıyı, ya da pişmanlığı diyelim, duymanızı istemem. Dilimize ustalıkla kazandırılmış bu anlatıyı/romanı okuyanlar kendilerini şanslı hissedeceklerdir. Buna eminim.