Onlar ki toprakta karınca,
suda balık,
havada kuş kadar çokturlar;
Nazım Hikmet
Enstitüde pek yaşanmayan bir şey oldu. Bir haftalığına da olsa eşimle aynı odada çalışmak zorunda kaldım. Benim kadromun bulunduğu laboratuvarın boyanması, yeni satın alınan cihazları eskilerin yerine yerleştirme, kodlama, vb. işler için orada çalışma olanağı kalmayınca ayakaltında dolaşmayalım diye buraya alındık. Aynı tarihte eşimin bağlı bulunduğu şubede de bizdekine benzer işlemler söz konusu olunca ikimiz aynı odada –oda dediğime bakmayın adeta havaalanı bekleme salonu- mesai yapmak durumunda kaldık. Karı koca aynı iş ortamında çalışmaktan nefret ederim. Allahtan yalnızca bir haftalığınaydı da göz açıp kapayana kadar geçti.
“Erkekler Mars’tan, kızlar Venüs’ten”. Ne kadar farklı yaradılıştayız. Ben ilk girdiğim ortamlarda konuşmalara katılmaz dinlerim, yılbaşı hindisi düşünür ve insanların kişilik özelliklerine uygun davranmaya özen gösteririm. Eşimse sanki bütün ömrünü orada geçirmiş gibi hemen samimiyet kurar ahbap olur, kimdir, nerelidir, nerede oturuyordur, ıcığını cıcığını sorar öğrenir. Kendisi de ilk kez tanıştığı insana tüm şeceresini sayıp dökmekten, “çuvalın dibini çırpmak”tan kaçınmaz. Çabuk samimiyet kurmaktan dolayı ağzı yanmıştır ama yoğurdu üfleyerek yemez. Pek çok kez tatsız durumlarla karşılaşmış olsa bile vazgeçmez huyundan. Evliliğimizin ilk yıllarında bundan hoşlanmadığımı belirterek kendisini uyarırdım. Her seferinde hak verip özür diler bir daha yapmayacağını söyler ama sözünü tutamazdı. Yaradılış. Bir süre sonra artık ben de uyarmaktan vazgeçtim.
İkimizin aynı odayı paylaştığı o kısacık sürede benim iş arkadaşlıklarım açısından en ufak bir değişim olmadığı halde eşimin bir sürü samimi arkadaşı oluvermişti. O samimiyet bize, uzak bir yayla arsası ve bir yapı kooperatifine üyelik olarak döndü. Arsa çok sapa bir mevkide olduğundan çok ucuza gelmişti. Kooperatif yönetimindekiler de dürüst insanlarmış beş yıl sonra uygun bir ödeme ve borçlanmayla yazlığımıza –ki hiçbir zaman hayalini kuracak gelirimiz olmamıştı- sahip olmuştuk.
Ben ki duygularını kolay ele vermeyen bir insanımdır, bir yazlık sahibi olmanın çocuksu sevinci içindeydim. Yaz başında evleri teslim ettikleri için hemen üç beş parça eşya ve yaşam malzemesiyle yazlığımıza yerleştik. Sitede toplam yirmi beş aile olacaktık. Bizim taşındığımız ay kooperatif üyesi on sekiz aile bizim gibi yaptı. Taşındı. Bir anda kıraç dağ başı yayla arazisi cıvıl cıvıl bir görünüm kazandı. Herkes eline geçen otu çöpü en yakınındaki toprak parçasına saplıyor çevresini yeşertmeye çalışıyordu. Belli bir estetik kaygı olmaksızın, arazinin ve toprak yapısının dikkate alınmadığı bu ekim dikim uğraşılarının sonucunda bitkisel bir kakofoni oluşmuştu. Ağaçsız çıplak bir tepede yaşamaktansa -peyzaj mimarlarının, görse kriz geçireceği- bu düzensiz yeşil vahada yaşamayı herkes tercih ediyordu. Ağaçlar öyle sık dikilmişti ki bir süre sonra yüzünü güneşe dönmeye çalışan ancak kendinden önce boylanan ağaç nedeniyle yapamayan pek çok ağacın genç yaşta beli bükülüyordu. Bazıları kök salamadığı için devrilip yerini acınası bir boşluğa bırakıyordu.
En yakın alış veriş seçeneğimiz bir kilometre aşağıdaki idari açıdan bağlı olduğumuz köyün tek bakkalıydı. Ne var ki herkesin özel aracı olduğundan, üç dört kilometre uzaklıktaki geniş ürün yelpazesine sahip alış veriş merkezlerini daha çok tercih ediyorduk. Eşim, çoluk çocuk sitedeki herkesi tanıyor bu da alışveriş açısından komşular arası dayanışma yaratıyordu. Alış verişe giderken birbirimize haber veriyor, bir tek araçla iki üç ailenin alışveriş sorununu çözüyorduk.
Yerleştikçe çevrede yaşayan börtü böceğin irili ufaklı yaratıkların bizden uzağa kaçıştığına tanık olmaya başladım. Kentin sıcağından ve gürültüsünden kaçıp keyif sürmek için kurduğumuz yeni düzenimiz, onlarca canlının doğal yaşam alanlarını tarumar ederek oluşturulmuştu. Kaç sevgiliyi ayırmıştık, kaçının yuvasını bozmuştuk, kaçının yavrusunu öldürmüştük, kaç yetim kaç öksüz bırakmıştık ardımızda? Bilmiyorum. Bu düşüncelerimi eşime açınca “manyak mısın sen düşündüğün şeye bak, keyfini çıkar şu temiz havanın, oohhhh! mis, mis” diyerek gardımı düşürdü. Belki de haklıydı.
Bir sabah mutfağa girdiğimde önceki akşam yıkanmadan eviyenin içinde bırakılmış kap kacağın üstündeki oğul gibi karınca kolonisini görünce kriz geçirecektim. Hemen suyu açıp mücadeleye giriştim. Su döktüğüm zaman delikten akar gider diye düşünmüştüm. İyi birer yüzücü çıktılar. Su fayda etmedi. Ben diyeyim on beş siz deyin yirmi beş dakikalık mücadele sonrasında eviyeden evin her yanına dağılmaya başlayan karıncaları ortadan kaldırdım. Eşim uyuyordu. Fark etmedi. Kahvaltıyı hazırlayıp uyandırdım. Kahvaltı sonrası biraz bahçede çalıştık. Kahve yapmak üzere mutfağa girmesiyle bağırması bir oldu. Karıncalar yeniden her yerdeydi. Yeni bir mücadele verdik temizledik.
Komşularla konuşunca onların da benzer şeyler yaşadığını öğrendik. İlaçlama fikri atıldı ortaya, değerlendirince ilaçlamanın üç aylık bir koruma sağladığını öğrendik. Kimyasal maddeleri ev içinde hele hele mutfak gibi gıda koyulan yerlerde kullanma ve mücadelenin geçici bir başarı sağlayacağı düşüncesiyle biz vazgeçtik. Çevremizdeki aileler hemen bir şirketle anlaşıp evlerini ilaçlattı. Onların, evlerini ilaçlatmasıyla karıncaların bize olan muhabbetinin arttığını söyleyebilirim.
Ertesi gün sabah erkenden mutfağa girdim. İlaçlamanın bizdeki etkisini merak ediyordum. Manzara üç aşağı beş yukarı dün sabahki gibiydi, eviyeden başlayarak tezgah ve çevresi siyah iri karıncalarla doluydu. Temizledim. Kahvaltıyı hazırladım. Eşimi uyandırdım. Kahvaltıdan sonra oturup karıncaları zehirlemeden nasıl uzaklaştırabileceğimizin yollarını araştırdım. Sirke sürmek, salatalık kabuğu koymak, soğan-sarımsak koymak, geçtiği yerlere kesik limon bırakmak, karbonatlı suyla silmek. Bunlardan en komiği salatalık kabuğu koymaktı. Tezgahın kenarlarına koyduğumda gerçekten de uzaklaştıklarını çıplak gözle görebiliyordum. Sabah buruşmaya başlayan kabukları alıp yerine yenilerini koymak istediğimde kabuğun altındaki o siyah karınca kolonisini görünce moralim bozuldu. İlaçlama ile ilgili geri adım atmak istemiyor sorunu kendi yöntemlerimle çözmek istiyordum. Azaldılar, azaldılar. Ne kadar mücadele ettik bilmiyorum. Bir gün kalktığımda yoklardı.
Bu arada; şekerleme yaptığım saatte, bile bile gürültü yapan, kişisel bahçemize izinsiz giren, çamaşırlarımız ipte kuruyorken mangal yapıp çamaşırı ise dumana boğan, bahçedeki ağacı sorgusuz sualsiz rastgele kesen, gece ikide teknesini garaja sokmaya çalışırken uykumuzu bölen, içip içip rahatsızlık veren komşularımızla aramıza mesafe koymaya başlamıştık. Cicim ayları geride kalmıştı. Duyarsız saygısız bencil komşular yüzünden tadımız kaçmaya başlamıştı. İçimize kapanmaya başladık.
Bir süre sonra sabah kalkıp mutfağa geçtiğimde her tarafı karıncaların bastığını görünce yine moralim bozuldu. Odak noktası eviyeydi yine. Gayri ihtiyari suyu açtım. Aaa! Sudan çok etkileniyorlardı. Dikkatli bakınca renklerinin koyu gri olduğunu büyüklüklerinin de öncekiler kadar olmadığını anladım. Başka bir karınca kolonisiydi. Suya dayanıksız oluşları işimi kolaylaştırıyordu. Daha kısa sürede temizledim. Gün boyunca birkaç kere daha ortaya çıktıklarını fark edip eşime hissettirmeden ortadan kaldırdım. Günün sonunda yatarken eşimden gizlediğim yeni karınca sülalesinin yarın sabahki eylemlerini merak ediyordum.
Sabah yine manzara aynıydı. Suyla kolayca işimi bitirdim. İçin için gün boyunca ne olacağını kestirmeye çalışıyordum. Yine eşimin dikkatini çekmelerine fırsat vermeden mücadelemi sürdürdüm. Akşam büyük bir merakla yatağa girdim. Sabah sayılarında azalma olmakla birlikte yine iş başındaydılar. Ben de… Gün içinde mücadelemiz sürdü. Yine eşim bir şeyin farkında değildi. Her sabah karıncaların sayısını azaltarak sonunda kökünü kuruttum. Artık karıncasız bir yaşam sürüyorduk. Buna karşın ben her sabah kalkıp mutfaktan başlayarak evi kolaçan ediyordum. Ohhh! Artık gerçekten yoklardı.
Komşularımız iyice şirazeden çıktılar. Hastan mı var, cenazen mi var, sabah erkenden kalkmanı gerektiren bir işin mi var, dinlenmek mi istiyorsun, migrenin mi tuttu. Hiç umurlarında değildi. Havai fişekli kutlama programları yapıyor, tuttukları takım yenince basıyorlardı gökyüzüne mermiyi. Misafir ağırlamak için sitenin her yeri onların hizmetinde düşüncesindeydiler. Sekiz on komşu çocuğu birleşip burnunun dibine kadar geliyor gürültülü patırtılı oyunlar kuruyorlardı. Evimizin girişinde su savaşı yapıp çamur içinde bırakıyorlardı. Köpeğini gezmeye çıkarıyor, çişini kakasını verandamızın yanı başına yaptırıyor temizlemeden gidiyorlardı. Sitede her gün mangal vardı. Bir gün batı komşumuz, bir gün güneydoğu komşumuz, bir gün kuzeybatı, bazen mangallar çakışıyor kuzeydoğudaki komşumla güneybatıdaki aynı gün aynı saatte yakıyor mangalları veriyorlardı dumanı üstümüze. Her Allah’ın günü pamuklu yazlık kıyafetlerimize sinen kebap kokularıyla yatıncaya kadar dolaşıp duş alıp yatıyor, sabah yıkanan çamaşırları çatıda kurutmaya çalışırken kimsenin mangal yapmaması için dua ediyorduk.
Onca zahmete sıkıntıya girip yaptırdığımız şu yazlıkta huzur bulmak, kafa dinlemek isterken yanı başımızda mesai yaptığımız insanlarca huzurumuz kaçırıldı. Hiç birini görmek istemiyorum. Bununla beraber, sabahları kalkıp başta eviye olmak üzere tezgah üzerleri, dolap içleri, dip köşe herhangi bir karınca kolonisine ait belirti bulabilir miyim diye bakıyorum. Göremiyorum. Uzaktaki bir dosttan haber bekler gibiyim. Aramızda adı konmamış konvansiyonel bir ilişki vardı sanki. Gözlerim evin bir köşesinden çıkıvereceklermişçesine onları arıyor. Karıncaları özlüyorum. Evet, evet şaka değil özlüyorum.
HALİT GÖKMEN
PENCERE ÖNÜ YAŞAM SEVİNCİ
BEKLEMEK Mİ, BEKLETMEK Mİ ZOR? ONU BANA SOR