imgelem DENEME BEKLEMEK Mİ, BEKLETMEK Mİ ZOR? ONU BANA SOR / HALİT GÖKMEN  

BEKLEMEK Mİ, BEKLETMEK Mİ ZOR? ONU BANA SOR / HALİT GÖKMEN  

Beklemek…
Beklemek, kimi zaman rezilce korkuludur.
İnsan bir akşamüstü ansızın yorulur.
Tutsak ustura ağzında yaşamaktan.

Bir dakika! Bir dakika! Ben de biliyorum bu dizelerin böyle olmadığını ve küçük bir farkla Attila İlhan’a ait olduğunu. Eğer şiiri kitaptan değil de internetten okuyanlardansanız bir şairin, adı aynı olduğu halde içeriğinde küçük biçimsel değişiklikler olan pek çok şiiriyle karşılaşmışsınızdır. Eğer çok dikkatli bir okur değilseniz ya da şairin biçemine ilişkin bilginiz yoksa onun olmayan şiiri onunmuş gibi okumanız işten bile değildir. Hatta ilgi alanınız gereği şiirlere şairlere ilişkin bilginiz varsa bile bu tuzağa düşebilirsiniz. Birilerinin şiirlerini bilinen şairlerin adıyla yayımlayan veya bilinen şairlerin şiirlerinde tahrifat yapanlar buna neden gerek duyarlar onu da anlamış değilim, ancak bu başka bir tartışma konusu.

Bu arada yukarıda küçük bir fırça darbesiyle değişiklik yaptığım Attila İlhan’ın “Ben sana mecburum” şiirinin özgün halinde o dizeler şöyle olacaktı.

“Sevmek kimi zaman rezilce korkuludur İnsan bir akşamüstü ansızın yorulur Tutsak ustura ağzında yaşamaktan”
“Bekleme” konusuna dönelim. Absürt tiyatronun ilk örneklerinden biri olarak kabul edilen Godot’u (Godo’yu) Beklemek adlı yapıtında Samuel Beckett; bekleyişe kapılan, kurtuluş umuduyla dik durmaya ve varoluşlarını sürdürmeye çalışan insanların hiçbir şey yapmadan kurtulmayı beklemeleri ve ne olduğu meçhul Godot denen kişi ya da şeyin kendilerini kurtarmasını beklemelerini konu etmiştir. Kimi eleştirmenlerin, “modernliğin monotonluğunun ve anlamsızlığının parlak bir şekilde kaleme alınışı” olarak kimilerinin de “can sıkıcı bir çöp“ olarak değerlendirdiği eser 1952’de yazılmıştır ve ezber bozan bir başyapıttır.
Bekle(t)meye dair Konstantin Simonov, bir şiirinde

“Karlar tozarken bekle
Ortalık ağarırken bekle
Kimseler beklemezken bekle beni”

derken Ahmet Telli, şarkılara konu olan “Bekle beni” şiirini şöyle bitiriyor.

“Bekle beni küçüğüm
umudu karartmadan
sevinci yitirmeden bekle
döneceğim bir gün elbet
bekle beni küçüğüm”

Bu şiirlerde umut var elbette, umut vaadi var. Beklemenin semeresinin görüleceğine dair ipuçları var. Şair Hüseyin Atabaş ise serzenişte bulunduğu; beklemek eyleminin ömrünün önemli bir bölümünü aldığını ifade ettiği bir şiirinde;

“Beklemekle geçiyor kısacık ömrüm benim,
beni doğuran kadın, duldasında koruyan ülkem,
umudum olmasaydı dinmezdi içimdeki fırtına
gökyüzünü bunca zamandır onaran anne!…” diyor.

Umut da barındırsa beklemek eylemi beni oldum bittim bunaltır. Ben de empatik bir yaklaşımla beni bekleyecek kişi/lerin duygularını anlamaya çalışarak bekletmekten kaçınırım daha da ötesi beklemekten ve bekletmekten nefret ederim. Şöyle bir belleğimi yoklayınca; tüm yaşamım boyunca herhangi bir kaza-bela dışında birini beklettiğim tek istisnai örneğin, Ankara’da yaşarken iletişim olanaklarının çok sınırlı olduğu yıllarda kız kardeşimi beklettiğim an olduğunu anımsıyorum. Olayın sonrasında beklettiğim için çok üzülmüştüm. Oysa kendisi taşı çatlatacak kadar sabırlı bir insan olduğundan –belki de bana yansıtmamıştı- gecikmemi hiiiç önemsememişti.

Ortalama insan ömrü otuz altı milyon dakika civarında. Üçte biri uykuda geçiyor. Uyanık olduğumuz süre yaklaşık yirmi dört milyon dakika. Bize kalan bu sürenin en az yarısını da yaşamımızı sürdürebilecek bir geliri elde etmek, geçimimizi sağlamak için çalışarak geçiriyoruz. Elimizde kaldı mı on iki milyon dakikamız.

Her gün bir saat işe gitmek için hazırlanma ve iş dönüşünde soyunup dökünmeye harcansa, bir saat ulaşımda harcansa -ki İstanbul’da her gün ulaşım için dört katını harcayan insanlar hiç de az değil- günde iki saat kitap-gazete okunsa, uzaktaki eş, dost, akraba arkadaş için haber alalım, seslerini duyalım diye bir saat ayrılsa, alış veriş, çarşı pazar gezme için bir saat, aile bireyleriyle güncel konuları tartışmak, varsa bir sorun çözmek için bir saat, üç öğün yemek için günde bir saat harcansa, tıraş olma-duş-tuvalet-diş fırçalama vb kişisel bakım için de bir kırk beş dakika ekleyelim, her gün iki saat televizyonda belgesel(film, dizi vb.) proğramlar izlense, haydi bir saat de sosyal medya vb. internet gezintisi yapıldığını varsaysak, eşe dosta misafirliğe gitme-konuk ağırlama, birkaç arkadaş buluşup maç yapma/izleme vb. için harcanacak bir saat, sağlıklı yaşam için sabah/akşam yürüyüş için günde bir saat, bir saat de balık/kuş vb. evcillerle ilgilenme, bahçe/balkon bitkilerin sulanması-bakımına ayrılsa, çamaşır, bulaşık ev temizliğine de bir saat ayrılır sanırım. Çay-kahve-yemek pişirme gibi mutfağa ayrılan günlük bir saat, hastane-doktor-eczane gibi sağlık işleri, fatura ödemeleri, abonelikler, para yatırmalar-çekmeler türünden kullanılan zamanlar için günlük ortalama on dakika ayrıldığını düşünelim bütün bunlara her yıl bir ay eş-dost-ailemizle bir yerlere tatil süresini eklesek ki o da yaşam boyunca iki milyon sekiz yüz elli bir bin iki yüz dakika eder genel toplam on bir milyon sekiz yüz yetmiş dokuz bin beş yüz elli dakika olur.

Bizim ortalama ömrümüzün uyku ve iş dışında geçen zamanı zaten on iki milyon dakikadan ibaret değil miydi? Bu hesaba göre bize kalan günlük yalnızca beş dakika. Beni bekletmeyi düşünen eş, dost, hısım, akraba benim için çok özel hepi topu o beş dakikayı size yedirmem, yediremem. Ben de kimsenin o beş özel dakikasını yemem. Dilimde Nazım ustanın şiiri,

“Çok yorgunum
beni bekleme kaptan
seyir defterini başkası yazsın
çınarlı, kubbeli, mavi bir liman
beni o limana, çıkaramazsın”

Beni bekleyenler var, bir dakika bile bekletmeyeyim, hoşça kalın.

Cevap bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir