imgelem DENEME “İŞİMİZE BAKALIM ÇOCUKLAR”

“İŞİMİZE BAKALIM ÇOCUKLAR”

Yaptığı işi seven akademisyen Efdal Sevinçli’nin Dönemeç’te yayımlanan bir yazısının başlığı şöyleydi: “Şu Kültürsüzlük Denizinde Boğulmadan”. Burada ayrıntı veremem ama eleştirisinin yönünün diğer sanat dallarından çok tiyatro dünyası olduğunu söyleyebilirim. Onun bu yazısı çok konuşuldu o zamanlar. Katılanlar oldu, katılmayanlar oldu derken zaman içerisinde unutulup gitti. Kimisi “İzmir bir ticaret kentidir” deyip ta İzmir Kongresi’ne kadar gidip kanıtlar topladı, kimisi İzmir kökenli ama şimdilerde İstanbul’da icrayı sanat eyleyenlerin adlarını sayıp İzmir’in aslında tam anlamıyla bir sanat ve sanatçı kenti olduğunu iddia etti.

Öyledir değildir derken bu günlere geldik. Kimine sorarsanız İzmir’de metrekareye neredeyse üç şair düşüyor, başka birilerine sorarsanız söylenenler kuruntudan öte bir şey değil, burada kendini yazar/şair zannedenler var, adeta yankı odasında yaşıyorlar, birbirlerini överek durumu idare ediyorlar filan.

Geçenlerde bir teklif aldım. Ta 90’lı yılların ortalarında yaptığım işe benzer bir iş teklifi… O zamanlar İzmir’deki bazı Tv kanallarında yarım saatlik kitap tanıtımı programının sunuculuğunu yapıyordum. O yarım saat içerisinde hem yeni kitapları kapağını açmadan tanıtıyordum, hem yeni bir kitabı çıkan şairlerle/yazarlarla ayrım yapmadan söyleşi yapıyordum. Tanıtıp söyleşi yaptıklarımın içerisinde şairliğine/yazarlığına inanmadıklarım da vardı ama bu inancımı saklı tutuyordum. İşte aldığım teklif buna benzer bir şeydi: Youtube ortamında tanıtım ve söyleşi… 

Teklifi geri çevirdim. Çeyrek yüzyıl önceki ben, ben değilim artık, dedim. Teklifi yapan, bir ara ağzından kaçırdı: “Abi,” dedi, “buradaki yazar/şair çevrelerinde adın geçtiğinde bazıları anlamlı bir şekilde susuyor, bazıları homur homur homurdanıyor.” E, tabii canım, herkes herkesle dost olmak zorunda değil. Hatta sevmek zorunda da değil. Bizi seven sevmiş zamanında. “Dönemeç’te çok sert yazılar yazmıştım vakti zamanında, ondandır,” deyip geçtim. Geçtim ama aradan neredeyse otuz beş yıl geçmiş olmasına karşın bazı ‘edebiyat çevreleri’nin nedendir bilmem insan ilişkilerini hâlâ kavrayamamış olmasına en azından eski bir eğitimci olarak üzülüyorum. “Mutlaka bir iyiliğimi görmüşlerdir” diye düşünmekten alıkoyamıyorum kendimi. Yazıp çizen insanlara o feodal kafayı bir türlü yakıştıramıyorum. 

Kim anlattıydı hatırlamıyorum: Bir grup genç edebiyatçı, Necatigil’in etrafında toplaşıp hararetle dedikodu yapıyorlarmış. Hoca ise sessiz sakin konuşulanları dinliyor, hiç tepki vermiyormuş. En son ona sormuşlar, “Siz ne diyorsunuz?” diye. Behçet Hoca ayağa kalkmış, çantasını alıp oradan ayrılmaya davranırken, “İşimize bakalım çocuklar,” demiş. Yürüyüp gitmiş.

Bence de öyle… İşimize bakalım. Sağlam metinler yazalım. Gerisi laf!  

Cevap bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir