Bundan 20-21 yıl kadar önce bir yayınevi-matbaada aşağı yukarı iki yıla yakın çalıştım. Dizgi de yaptım, sayfa düzeni de, harman da… Bir kitabın kitap oluncaya değin başından geçenleri dakikası dakikasına bilmemin sebebi, bu… İşe başladığımın ilk aylarında önüme yayımlanması için konulan dosyalara baktım. Yüzde yüzüne yakını için “Yayımlanamaz” raporu verdim. Çünkü neredeyse hiçbirinde dilbilgisi kuralları yoktu. Pek muhterem yazar adaylarının ne virgülden haberleri vardı, ne noktadan, ne ünlemden… Kafalarının estiği gibi yazmışlardı. Zaten çoğu, yaşanmış şeylerdi, bu yüzden pek sayın yazarlarımız anılarını yazmanın dayanılmaz şehveti yüzünden noktalama işaretlerine ihtiyaç duymamışlardı.
1980’lerin ikinci yarısında Dönemeç dergisinde çalışırken de yayımlanması için dergiye gelen özellikle yazılara bakıyordum. Noktalama yanlışlarına ve yazım hatalarına hiç tahammülüm olmadığı için birçoğunu eliyordum, ya da bazen yeniden yazarak hazır hale getiriyordum. O zamanlar matbaada tipo basım yapılıyordu. Her satırı harf harf inceliyor, hatalı olan satırları yeniden yazdırıyordum. Zaten o gün bugündür sağ elime bir kalem almadan hiçbir kitabı okuyamıyorum. Öyle ya, ya “tashih” çıkarsa…
Benim yaptığım eleştiri değil, eskilerin dediği gibi “musahhihlik”ti. Çünkü bir metni eleştirmek başka, yazım yanlışlarını bulup düzeltmek başka. Bir yerlerde okumuştum: Marquez de çoğu kez noktalama işaretlerine aldırmaksızın çalakalem yazar, düzeltme işini yayınevi görevlilerine bırakırmış. Günün birinde siz de Marquez gibi ünlü bir yazar olursanız aynını yapabilirsiniz, merak etmeyin, kınamazlar sizi.
Tarık Dursun K. da bir keresinde bana “Sen bu hikâyeni en iyisi meşhur olduktan sonra yayımlat” demişti, hiç unutmam. Çünkü öyledir: Meşhur, tanınmış, ünlü biriyseniz sizde kimse hata bulamaz, bulsa bile bunu dile getirme cesaretini gösteremez. Ama o zamana değin sabretmeniz, çok çalışmanız ve ünlü biri olmanız gerekir.
Haziran sonunda bir gün imgelem’da harika birkaç yazısını okuduğumuz Ayla Nur Bilgili ile buluşup birkaç saat edebiyat üzerine söyleştik. O, henüz on beş yaşında. Ben onun yaşındayken yazmıyordum. Harıl harıl Kerime Nadir romanları okuyordum; dün gibi hatırlarım. Ayla Nur, bundan adım gibi eminim, okudukça ve hayat deneyimi sürüp gittikçe hepimizin hayran olacağı metinler kaleme alacak. Bundan eminim, çünkü edebiyatta süreğenliğe ve çalışmaya inanıyor. O gün yanında getirdiği bir hikâyesini -biraz abartmama izin verin lütfen- çok sert, adeta yerden yere vurur gibi eleştirmeme karşın beni büyük bir olgunlukla dinledi. Böylece beni kendisine bir daha hayran bıraktı. Onun her zaman arkasında olacağım.
(Bugün Karşıyaka Belediyesinden gelen kısa mesaj şöyleydi: Belediyemizce 2 Temmuz Sivas Madımak Katliamının 29. Yıl dönümü kapsamında düzenlediğimiz, Şair-Yazar-Eğitimci Hidayet Karakuş, Şair-Yazar-Yönetmen Haluk Işık ve Belediye Başkanımız Dr. Cemil Tugay’ın konuşmacı olarak katılacağı “Canlar Ölesi Değil.. Madımak 1993 konulu söyleşiye davetlisiniz. 1 Temmuz Cuma/13.00…)
Açayım şu bayramlık ağzımı, diyorum… Onu size bırakıyorum. Anladınız siz onu.